Amerika’daki seçim sonuçları uzunca zamandır birçok konuda eli kolu bağlı durumda olan Obama yönetiminin iyiden iyiye oturduğu yere çivilenmesi anlamına gelebilir. Gerçi Obama’nın daha iki yılı var Beyaz Saray’da ama hem şimdi Kongre’de muhalefetin çoğunluk kazanmış olması hem de ülke içindeki güç dengelerini yönetmeyi zaten öteden beri başaramamış olması gelecekteki iki yıl hakkında fazla iyimser olmaya imkân vermiyor.
Aslına bakarsanız Obama ilk döneminde daha aktif bir yönetim sergilemişti. Bir taraftan Amerikan askerini kriz bölgelerinden uzak tutacağına ilişkin vaatlerini yerine getirmiş, diğer taraftan içeride ise“Obamacare” diye anılan büyük sağlık sigortası reformunu hayata geçirmişti. Ama bu iki büyük başarı da -paradoksal biçimde- Beyaz Saray için başarısızlık kaynağı olmuş görünüyor.
Hatırlayalım... Dış politika konusunda Obama tam anlamıyla enkaz devralmış durumdaydı. Kendisine Beyaz Saray’ın yolunu açan bir enkaz... Bush döneminde gerçekleştirilen Irak ve Afganistan işgalleri kamuoyunda müdahale karşıtı bir dış politika özlemi doğurduğu için Demokrat başkan adayı bu vaatle yönetime gelmişti. Gerçi sözünü de tutmadı denemez. Bir taraftan Irak ve Afganistan’dan Amerikan askerlerinin çekilmesine ilişkin vaatlerini yerine getirmiş ve bu arada Arap Baharı sırasındaki karışıklıklara da fiilen müdahil olmamıştı. Mesela Libya müdahalesini Avrupalı müttefiklerinin yapmasını istemiş, kendisi geri planda kalmıştı. Benzer şekilde Suriye krizine de mesafeli durmaya çalışmıştı.
Ancak Amerikan kamuoyunda ilkin olumlu bir yankı bulan Obama Doktrini yakın zamanlarda bir zaaf olarak algılanır hale gelmişti. Çünkü gerek Rusya’nın Kırım işgaline karşı gerekse Suriye’de ilan ettiği kırmızıçizginin aşılmasına karşı hiçbir şey yapamayan bir yönetim imajı ortaya çıkmıştı. Obama yönetiminin IŞİD’le mücadele konusundaki tutumu da beğenilmedi. Zira Obama bir taraftan kendisini iktidara taşıyan vaatlerini sürdürmek yolunda “Amerikan askerinin postalının yere değmemesi” (No boots on the ground) ilkesini savunuyordu ama diğer yandan da dünyanın bir numaralı gücünün birkaç bin kişilik bir terör örgütü karşısında çaresiz görünmesi hem içeride hem dışarıda ağır eleştirilere sebep oluyordu.
Obama yönetiminin özellikle Ortadoğu konusunda, Tanpınar’ın “ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” dediği gibi, ne doğrudan müdahil olabilmesi ne de bu meseleyi boş verecek durumda oluşu trajik bir hal ortaya çıkardı.
Diğer yandan İsrail ile ilişkiler Amerikan tarihinin belki de en kötü günlerini yaşadı bu dönemde. Gerek İsrail hükümeti gerekse ABD’deki Yahudi lobileri Obama’ya karşı açıkça cephe aldılar. Obama’nın Filistin meselesinde çözüme yönelik herhangi bir adım atmasını engelledikleri gibi Ortadoğu’da Filistin dışındaki konularda da farklı politikalar izlemesine izin vermediler. Bu bölgede oluşan Sünni Suudi Arabistan-Şii İran bloklaşmasının dışında yer alan İhvan hareketinin soluksuz kalması için Beyaz Saray’ı tazyik altına aldılar. Sonuçta Obama Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında ikircikli ve tutarsız bir tutum göstermek durumunda kaldı. Yani burada ne kendi politikasını uygulayabildi ne de Suudilere veya İsrail’e hoş görünebildi.
Obama yönetiminin en önemli dış politika adımlarından biri olması düşünülen İran’la barışma konusunda bile kararlılık sergilemesinin zor olduğu söyleniyor. Bu zorluğun büyük ölçüde de yönetim içindeki fikir ayrılıklarından kaynaklandığı anlaşılıyor. Gerek Türkiye’nin IŞİD konusundaki tutumuna ilişkin farklı açıklamalar gerekse Başkan Yardımcısı Biden’ın tam da seçimden önceki gün bir ay önce kapanmış bir olay hakkında konuşup “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan özür dilemedim” açıklaması yapma gereği duyması gibi münferit örnekler bunu gösteriyor...
Obama’nın geri kalan iki yılında bu arızaları tamir edebilmesi zor. Kendisinden beklendiği şekilde İsrail’e yönelik olarak Birleşmiş Milletler’deki Amerikan desteğini çekebileceğini düşünmek de fazla iyimserlik gibi geliyor bana. Zaten Obama’nın seçim hezimeti haberinin hemen ardından İsrail’in Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya yönelik tecavüzü sadece Müslümanlara değil, Beyaz Saray’a da bir meydan okuma anlamı da taşıyor olmalı.
Obama yönetimi dünkü seçim sonucunda sadece Kongre’deki kritik oylamalarda isteğini yaptırmaktan aciz kalmayacak, aynı zamanda toplumsal desteğinin zayıflamış olması bakımından da “topal ördek” durumunda olacak.