Obama’nın dünya genelinde aldığı destek ABD’de aldığı oydan çok daha fazlaydı. Mesela Avrupa’da yapılan anketlerde Obama’ya destek yüzde seksenler seviyesinin altına hiç inmedi. Yapılan anketlere bakarsanız İsrail dışında hiçbir ülkede Romney’e destek veren çıkmadı. Türkiye’de de Romney’nin kazanmasını isteyen hiç kimse yoktu. Varsa bile sesini çıkarmadı.
Öncelikle bu ilgi normal. Çünkü Amerika hapşırsa dünya nezle oluyor. Dolayısıyla Beyaz Saray’da kimin oturacağı hepimizi ilgilendiren bir mesele. “Neden Obama?” sorusunun cevabı da belli aslında: Obama’ya gösterilen teveccühün gerisinde “Obama Doktrini” yer alıyor. Obama, daha doğrusu şu anda Obama’nın yanında yer alan Demokrat elit, Washington’un dış politikasında dünyanın yeni durumuna uygun bir revizyon gerektiği fikrinden yola çıktı. Dünyaya egemen olmayı değil, müttefik güçlere liderlik etmeyi savunuyor bu anlayış. Böyle olunca başta Avrupa ülkeleri olmak üzere İsrail dışındaki bütün müttefiklerinin neden Obama’yı desteklediği kolayca anlaşılabiliyor.
Özellikle İkinci Bush döneminde sürekli aşağılandıklarını, oyunun dışında bırakılmaya çalışıldıklarını düşünen Avrupalı liderler Obama’ya ilk seçimde de açık bir destek vermişlerdi. Hatta seçilir seçilmez, yani daha hiçbir icraata imza atmadan Obama’ya Nobel Barış Ödülü verilmesi yeni başkanın şahsında yeni Amerikan politikalarına verilen çok kuvvetli bir desteğin ve bir beklentinin ifadesiydi.
Obama’ya bağlanan ümitler özellikle bir önceki yönetimin topladığı tepkinin sonucuydu. Neo-con adı verilen bir grubun beklenmedik şekilde iktidar aygıtına hükmeder hale geldikleri İkinci Bush döneminde dış politika alanında sergilenen hoyrat tutum sadece ABD’nin müttefiklerini rencide etmekle kalmamıştı; bu dış politika anlayışının sorun çözmesini bırakın, başlarına yeni sorunlar çıkardığını gören Amerikan eliti açısından da tatsız bir tecrübe olmuştu.
Zaten daha önceki iki dönemlik İkinci Bush yönetiminde sergilenen tavrın yanlışlığını gören Amerikan elitinin dış politikada yeni bir dil, yeni bir üslup arayışının sonucuydu Obama’nın Beyaz Saray’a seçilmesi... Şimdi bu politika bir kere daha oylanmış oldu.
Elbette bu dış politika farklılaşmasının ABD’nin iç politikası bakımından da anlamı var. Mesela, seçildiği takdirde savunma harcamalarını artıracağını açıklayan Cumhuriyetçi rakibinin aksine Obama devletin savunma harcamalarını düşürmeyi hedefliyor. Bu doğrudan Amerikan ekonomisinin hangi yolu izleyeceğine ilişkin bir tercihin ifadesi. Öyle olduğu için de ekonomi çevrelerinin veya iş dünyasının hangi adayı neden desteklediği de aşağı yukarı anlaşılabiliyor.
Amerikan iç politikasından bahsedildiğinde unutulmaması gereken bir ayrıntı daha var: Obama seçildikten hemen sonra, daha yemin edip Beyaz Saray’a yerleşmeden önce ülkesinin 1929’dan bu yana karşılaştığı en büyük ekonomik buhran dikildi önüne. Bütün enerjisini ve ülkesinin imkânlarını bu acil ve ölümcül sıkıntıdan kurtulmak için harcamak durumunda kaldığı için ise seçimden önce vaat ettiği “değişim”i gerçekleştirmeye takati kalmadı.
Dolayısıyla büyük ümitler bağlanan Sağlık Reformu bile insanları yeterince memnun etmedi. Diğer yandan uygulamaya koyduğu sosyal politikalar ülkedeki bazı güçlü kesimleri rahatsız etti. Neticede 2010’daki kısmi Kongre seçimlerinde büyük bir hezimetle karşılaştı Demokratlar.
Bu yüzden Obama son iki yıldır yeniden bir toparlanma çabası içindeydi. Uluslararası meselelerle ilgisini asgari seviyeye çekip özellikle sosyal politikalar aracılığıyla Amerikan toplumundaki eski güven ve desteği geri kazanmaya çalıştı. Ekonomideki iyileşmeler az çok olumlu karşılık da buldu. Son olarak Sandy kasırgası sırasında gösterdiği dirayetli yönetim toplumun her kesiminden takdir topladı. Seçimin sonucunu büyük ölçüde bu son dönemdeki performansı belirledi.
Bu arada rakibi Romney’nin Mormon kimliği Cumhuriyetçiler açısından dezavantaj olmuş görünüyor. Evanjelik Protestanların desteği sınırlı kaldı; diğer yandan Latin kökenliler de Cumhuriyetçi adaya tarihteki en düşük seviyede destek verdiler.
Öyle anlaşılıyor ki Obama’ya duyulan güven devam ettiği için değil, Romney Amerikan halkına yeterince güven vermediği için bu sonuç alındı.
Aslında Obama dört yıllık yönetimi boyunca bütün enerjisini harcayarak uğraşmak zorunda kaldığı ekonomik buhran yüzünden sadece kendi vatandaşlarına verdiği sözleri yerine getirmekte zorlanmadı; aynı zamanda dünya üzerindeki müttefiklerine vaat ettiği değişimi de gerçekleştirmekte başarısız oldu. Ama Romney’nin etrafına topladığı ekip özellikle İslam dünyası ve Avrupalılar için o kadar kötü hatıraları canlandırmıştı ki bu konularda kıta Avrupa’sıyla paralel pozisyon almayan İngilizler bile “Obama hiç değilse bildiğimiz şeytan” diyerek Cumhuriyetçi Başkan adayının seçilmesini istemediklerini açıkladılar.
Galiba Amerikan seçmeni de aynı gerekçeyle, yani “Obama hiç değilse bildiğimiz şeytan” diyerek Romney’e geçit vermedi.