Barack Obama’nın Esad’ı cezalandırmak yerine elindeki kimyasal silâhların envanterini almakla yetinmesi İsrail’i rahatsız etti. Neden bilmiyorum, ama rahatsız ettiğini biliyorum... Oysa, Obama’ya o aklı veren de İsrail’e hiç de ters bakmayan bir isim...
Kim mi? Merak etmeyin, biraz sabrederseniz söyleyeceğim...
İsrail’in gelişmeden rahatsız olduğunu görünce şimdiki Netanyahu hükümetine yakın yayın organlarını takip altına aldım ve en keskin yazılardan biriyle ‘The Tablet’te karşılaştım. Yayın yönetmeni David Samuels’in imzasını taşıyan değerlendirmeye göre, Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in tuzağına düşmüş...
Samuels’e göre, Obama’yı tuzağa düşürmek için, Beşşar Esad’a “Kimyasal silâh kullan” aklını bile Putin vermiş olabilir...
Hani birileri İsrail ile ilgili biraz aykırı bir şey yazsa, sağdan-soldan, “Komplocu, ne olacak?” itirazları yükseliyor ya; işte Samuels açık açık, “Kimyasal silâh kullanımı bile Obama’yı tuzağa düşürmek için Putin’in Beşşar’a telkiniyle gerçekleşmiş olabilir” diyor...
Putin bir taşla oynayarak Ortadoğu denkleminde bütün taşları yerinden oynatmış oldu: Esad’ı verilecek cezadan kurtardığı gibi kimyasal silâhların teslimini ancak şartlı yapacağını ileri sürecek kadar ayranını da kabarttı... ABD’nin önüne Rusya’yı geçirdi ve dünyanın her tarafındaki ‘savaş-karşıtı’ cephenin takdirini kazandı.
Ana aktör olmak üzere devreye girmek için bekleyen ülkeleri de geriletmiş oldu bu manevra...
Dış politikada bu kadar farklı sonuçlar doğuracak bir hamle yapmak o kadar kolay değildir...
Kolay olmamasının sebebi, Rusya ne yaparsa yapsın, o girişimi karşı tarafın kabulüne her şeyin bağlı olmasıdır. Putin’in çıkışına, Obama pekâlâ “Hayır” diyebilir ve kendi çizgisini sürdürmeyi yeğleyebilirdi. Böylece, Rusya’nın hamle üstünlüğünü de daha ilk anda geri püskürtürdü Obama...
Öyle değil mi? Bir düşünün bakalım...
Nasıl oldu da Obama kendisini ve ülkesini Putin ve Rusya karşısında zayıf gösterecek hamleye olumlu cevap verdi?
Günlerdir cevabını aradığım bu sorumun İngiliz Guardian gazetesinde cevaplandığını gördüm. Sean O’Grady imzasıyla çıkan yazı, ismini neredeyse unuttuğumuz birini, Suriye krizinde Obama’ya akıl veren, verdiği akılla Putin’in hamlesini başarılı kılan kişi olarak takdim ediyor: Henry Kissinger...
Kissinger ile, durun bakayım, en son yedi yıl önce yüz yüze gelmiştim ve bana sanki 100 yaşındaymış gibi görünmüştü. Bu yıl 90 yaşına girmiş...
“Şu yakınlarda” diyor O’Grady, “Kendisinin 1970’lerde başlattığı ‘détente’ (yumuşama) sürecine benzer bir gelişmenin şimdilerde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği yolundaki bir soruya, Kissinger, ‘Çok zor, fakat eğer gerçekleştirilebilirse herkese yararlı olur’ cevabını vermişti.”
Elbette şimdi yaşanan ‘détente’ değil, ama Guardian yazarı bir başka Kissinger ürünü kavramı hatırlatıyor: ‘Real-politik’... Yani, ulusal çıkarların diplomasi kullanılarak ve kalıcılık kazanacak biçimde yerine getirilmesi...
Yazının burasında geçen yıl hayatını kaybeden Christopher Hitchens’in 2001 yılında çıkan, küçük, ama atom bombası gücünde kitabı aklıma geldi: ‘The Trial of Henry Kissinger’ (Kissinger’in Yargılanması’).
Richard Nixon’un önce Ulusal Güvenlik Danışmanı, sonra da Dışişleri Bakanı olarak atadığı Kissinger’ın görevde kaldığı (1969-1977) yıllar boyunca sebep olduğu darbeler, suikastlar, yıkımlar, katliamları bir ‘savcı’ titizliğiyle ele alır Hitchens: Şili’de Allende onun emriyle devrilmiş ve öldürülmüştür... Pakistan’ın doğusunun kopmasına yol açan gelişmelerde onun parmağı vardır...
Demek şimdi de Obama’ya akıl hocalığı yapıyormuş...
Nixon’un sonu hiç iyi gelmemiş, ikinci kez seçildikten kısa süre sonra bir skandalla görevini utanç içerisinde terk zorunda kalmıştı... Son gece, Nixon, “Gel” demiş Kissinger’a, “Sen inançlı bir Musevi değilsin, ben de o kadar inançlı Hıristiyan sayılmam; gel, ikimiz birlikte dua edelim...”
Hadi bakalım, Obama’ya kolay gelsin...