Muhtemelen her ABD başkanının hayalleri arasında Filistin-İsrail sorununu çözmek, Nobel Barış Ödülü’nü almak vardır. Obama bu ödülü peşinen aldığı için onun bu konuda hayal kurmaktan öteye gitmesi beklenir, ancak işinin gayet zor olduğu anlaşılıyor. Öncelikle belirtmek gerekir, bu sorunun çözümü için taraflara eşit mesafede durmayı becermiş bir aracıya ihtiyaç var. Obama, bir anlamda iki tarafa da eşit mesafede, iki taraf da kendisinden memnun değil. Ama aracı olabilmek için iki tarafa eşit yakınlıkta olmaya ihtiyaç var ve bugün bu tür bir oyuncu bulunmuyor.
İki tarafı yeniden masaya oturtacak, barış sürecini yeniden başlatacak bir aracı olmadığına göre, belki de bir ülkenin aracı haline getirilmesi gerekir. Muhtemelen bu konudaki en yakın aday Türkiye. İsrail Türkiye ile olan gerilimi ortadan kaldıracak adımlar atmaya ikna edilebilirse, ki Obama bölgeye galiba bunun için gitti, Türkiye sürece ağırlığını koyabilir.
Anlaşıldığı kadarıyla İsrail’in bu projeye prensipte itirazı bulunmuyor, ancak razı olma halini büyük bir pazarlığa dönüştürmek istiyor.
İsrail’in tutumu
İsrail’in pazarlığı Türkiye ile değil ABD ile ve konusu da gayet tabi Filistin tarafıyla masaya oturduğunda masada hangi oyuncuların olacağı ve hangi konularda geri adım atılmayacağıyla ilgili. Yine anlaşıldığı kadarıyla İsrail öyle konularda ısrar ediyor ki, barış masasının yeniden savaşla sonuçlanma olasılığı var. Diğer bir ifadeyle İsrail neredeyse Filistin devletinin kurulsa da yaşamasını imkansız hale getirecek talepleri bulunuyor.
Barış masaları, tarafların tüm isteklerini gerçekleştirdikleri yerler olarak görülmez, amaç en az fedakarlık yapan taraf olmaktır. İsrail hiçbir konuda geri adım atmazsa, gayet tabi Filistin sorunu yüz yıl daha çözülmez; çözülmemiş bu sorun da ABD’nin küresel politikalarına engel çıkarmaya devam eder. Üstelik İsrail’in ABD’yi zorladığı, adeta kendi tezlerinden geri adım atmaya zorlamaması için ABD’ye baskı yaptığı bile ileri sürülebilir.
İsrail’in ABD’ye yaptığı baskının konusu İran ve muhtemelen Obama’nın İsrail tezlerinin arkasında yer almaması halinde İran’ı vurma ihtimali gündeme geliyordur. Dolayısıyla öyle ya da böyle İsrail’i desteklemek zorunda bırakılacaktır.
Avrupa’nın tutumu
Bununla birlikte, Obama’yı İsrail lehine ağırlık koymaya zorlayan yek oyuncunun İsrail olduğunu söylemek zor. Suriye’de kitle imha silahlarının kullanıldığı iddiaları giderek resmi ağızlara yansımış durumda. Tam olarak kimin kullandığı ya da kullanacağı açık olmasa da, Obama bunun ‘kırmızı çizgi’ olduğunu açıklamıştı; yani ABD’yi harekete geçmeye zorlayacak konu bu.
Kimyasal silahlar gerekçesiyle ABD Suriye’ye müdahale ederse, İsrail’in İran’la savaşmasına gerek kalmaz. Ayrıca Birleşik Krallık ile Fransa’nın da ABD’yi arkadan bu bölgeye doğru itiyor olmalarına dikkat çekmek gerekiyor.
AB Suriye’ye ambargoyu kaldırmazsa bu iki ülke kendi başlarına davranacaklarını açıkladılar. Bu, ‘ABD Suriye’ye müdahale etmezse biz eder, sonra da ABD’nin arkadan gelmesini sağlarız’ demek; tıpkı Libya’daki gibi. Kısacası Avrupa ya önden ABD’nin gittiği ya da arkadan geldiği bir yöntemle bölgede ağırlık oluşturma derdinde; ABD ise onları uzak tutup işi bölge ülkeleriyle, özellikle de Türkiye ile çözme arayışında.
Ancak Birleşik Krallık’ın İsrail’i de uyardığı hatırlatılmalı. Filistin konusunda biraz daha adım atmaz ise sorunun iki devletli olarak çözülme olanağının hiç kalmayacağı, Filistinlilerin çoğunlukta olduğu tek bir devlet kurulabileceğine dikkat çekiyorlar. Kıbrıs modeli denen bu ihtimal, aslında İsrail’e ölümü gösterip sıtmaya razı olmasını sağlamak anlamına geliyor.