Milliyet’in yeni Washington temsilcisi, genç meslektaşım, Pınar Ersoy, güzel bir iş yapmış, Beyaz Saray’a ilettiği 11 sorudan 7’sine yanıt alarak, Türk-Amerikan ilişkilerinin, Büyükelçi Riccardione’nin son açıklamaları mihverinde tartışıldığı bir dönemde tablonun hiç değilse bir bölümünü görmemizi sağlamış.
Başkan Obama’nın kurmaylarının yazdığı, onun da onayladığı cevaplardan, Türk-Amerikan ilişkilerinin “genel olarak” iyi olduğunu anlıyoruz. Özellikle Türkiye’nin demokratik hukuk devleti kimliğini güçlendirecek reform sürecinin Washington’da çok yakından izlendiği, Suriye konusunda görüş birliği olduğu, “nükleer İran” riski karşısında da Ankara-Washington hattında ortak çabalar yaşandığı görülüyor.
Fakat, Obama’nın cevaplamadığı soruların niteliği ikili ilişkilerin asıl nabzının attığı zemin olarak kendini gösteriyor.
Zorluklar asıl nerede...
1.Türkiye’nin Irak yönetimi ile ilişkileri soğurken, Kürdistan özerk yönetimi ile çok özel ilişkiler kurması,
2.Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerginliğin, Türk-ABD ilişkilerini etkileyip etkilemediği,
3.Başbakan’ın Şangay Beşlisi ile ilgili son açıklamaları,
4.Amerikan yönetiminin 1915 olaylarının 100.ncü yılında Ermeni soykırım iddialarını resmen tanıyıp tanımayacağı konuları cevapsız!..
Zaten politika kazanı da bu noktalarda kaynıyor...
Şu sözler anlamlı...
Obama’nın altına imza attığı şu sözler, Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde, kendi ulusal stratejileri doğrultusunda hareket eden bir ülke olduğunu göstermesi açısından önemli:
“Bence, arkadaş (Erdoğan) olarak, birlikte karşılaştığımız zorluklarla ilgili dürüstçe konuşabildiğimiz bir ilişki geliştirdik, bu konuşmalar bazen zor olsa bile... Hiçbir iki ülke her konuda aynı görüşte değildir, Türkiye ve ABD de istisna değil. Ancak bu zorlukların bile bizi bir araya getiriyor olması ortak çıkarlarımız, ortak değerlerimiz ve ülkelerimiz arasındaki güçlü bağın bir kanıtı.”
Bu sözler, Türkiye ile Amerikan yönetiminin küresel veya bölgesel sorunların bir bölümünde aynı görüşleri paylaşmadığını, iki müttefik olarak “sorunlu konuları” fazla öne çıkarmadan, ortak görüş sahibi oldukları konularda ağırlıklı olarak çalışmayı tercih ettiklerini işaret ediyor.
Başbakan’ın, Büyükelçi Riccardione’nin Türkiye’nin yargı sistemine dönük kaygılarını (ki o kaygıları bugün kendisinin de paylaştığını açıklıkla görüyoruz) dile getirmesinden sonra söylediği “Türkiye kimsenin şamar oğlanı değildir. Türkiye hiç kimsenin üzerinde operasyona, ameliyata yöneleceği bir ülke değildir. Türkiye içişlerine karışılacak dışarıdan yasama, yürütme ve yargı sistemlerine burun sokulacak bir ülke değildir.” sözlerini, Erdoğan-Obama buluşmalarının “zor konuşmalar” defterinin dışa vuran yüzü olarak görmekte yarar var.
Kritik çelişkiler...
Garip bir durumla karşı karşıyayız. Amerikan yönetimi belli ki, sırtını İran’a dayayarak siyaset yapmayı tercih eden Irak’ın Şii Başbakanı Nuri el-Maliki ile yaşadığımız gerginlikten rahatsız!.. Bir yanda, Batı Asya’da İran’ı yola getirme planları yapıyor, diğer yanda, Türkiye’nin, Irak’taki Kürt, Sünni ve aklıbaşında Şii gruplar ile ilişkilerini geliştirmesine yorum bile yapamıyor...
Obama’nın İsrail Başbakanı Netanyahu ile “kişisel” meselesi var, ama, Türkiye-İsrail ilişkisindeki gerginliğin Türk-ABD ilişkisini “zehirlediğinin” işaretini veriyor. “Ben İsrail’in değil, Amerika’nın senatörüyüm” diyen Chuck Hagel’i Savunma Bakanı olarak atayan Obama, iş Türkiye-İsrail ilişkisine gelince susuyor!..
Türk-ABD ilişkisinin “mayın tarlası”nın cevaplanmayan sorularda olduğu belli.
Belli ki, Amerika, Ortadoğu stratejisini, esas olarak İran-İsrail ekseninde “kontroledilebilir kriz” senaryosuna dayandırmış. Bu yolla Suudi Arabistan başta petrol zengini Körfez ülkelerini ve Kuzey Afrika’nın Arap devletlerini yanına kolaylıkla çekebiliyor.
Ahmedinecad ile Netanyahu ise siyasi varlıklarını güçlendirmek için birbirlerine muhtaç olduklarını biliyorlar.
Türkiye’nin, Tahran ve Tel Aviv’den kaynaklanan tehdit salvoları ile karşılaşması bir tesadüf olabilir mi?
Erdoğan-Obama görüşmelerinin “zor konuşmalar bölümü”nün artık ne olduğunu üç aşağı-beş yukarı ne olduğunu da anlıyoruz.