ABD seçimlerinin ardından peş peşe ortaya çıkan açıklamalar, CIA Başkanı'nın değişimi, bölgemizde ve küresel ölçekte ciddi bir değişimin habercisi olarak okunabilir. CIA Başkanı'nın 'indirilmesi'ni basit bir aşk hikayesi olarak görmüyorsak, yeni dönemin istihbari kurgusunun, dolayısıyla da operasyonel bakış açısının tamamen değişeceğini öngörebiliriz.
Başka bir ifadeyle II. Obama dönemi, mevcut sorunlara bakış açısından istihbarat algısına, çözüm ve ittifak arayışlarından gelecek perspektifine kadar hemen her alanda sürprizlere açık görünüyor.
Ancak bu durum, yeni yönetimin özellikle Ortadoğu başta olmak üzere sorunların giderek daha karmaşık hale geldiği bölgelere aktif müdahale arayışında olduğu anlamına gelmiyor. Suriye başta olmak üzere, İran, Irak, Lübnan ve Kuzey Afrika'ya kadar uzanan geniş alanda birikmiş, her geçen gün daha çok aktörün içinde yer aldığı sorunlara, 'yeni' Obama'nın gözü kara bir cesaretle yaklaşacağını bekleyenler, kısa sürede hayal kırıklığına uğrayabilir.
Arap Baharı'nın ortaya çıktığı ilk günlerde ABD'nin nasıl çelişkili ve ürkek bir yaklaşım içinde olduğu hala hafızalarda. Bir süre sonra toparlanıp tercihini 'halklardan yana' kullanıyor gibi görünse de, bu tavrın geniş bir alanda samimi ve sahici bulunmadığı çok açık.
***
Seçimlerin hemen ardından İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını adeta savaşa dönüştürmesi, yeni döneme ait bir işaret olabilir mi? Bir diğer bakış açısıyla İsrail, koltuğuna ikinci kez oturan Başkan'a, perde arkasındaki gerçek gücün kim olduğunu hatırlatıyor olabilir mi?
Memleketimizde pek makbul bir tezmiş gibi anlatılan 'Romney, İsrail'e çok yakındı, Obama'nın belli bir mesafesi var' masallarını bir kenara bırakırsak, bu dönem daha cumhuriyetçi bir Obama ile karşı karşıya kalacağımızı söylemek kehanet sayılmaz.
Bizi asıl meraklandıran, ama neredeyse hiç tartışmadığımız soru ise, bu süreçte ABD'nin yeni ittifaklar arayıp aramayacağı. Bir diğer yanıyla, eski ittifaklarını hangi şartlar altında devam ettirip ettirmeyeceği.
İslam dünyası, hala Arap Baharı diye adlandırdığı sürecin, nasıl bir zihin dünyasına karşılık geldiğini, yeni diye ifade edilen rejimlerin hangi ittifakların kapısını araladığını yahut kapattığını konuşmuyor. İki sıcak örnek; Suriye ya da Libya hakkında konuştuğumuz hemen her şey bir şekilde duygusal retoriklerden ibaret.
***
Oysa sorulması gereken zor, can yakıcı, ama bir o kadar da geleceği aydınlatmaya yarayacak sorular var. ABD'de ortaya çıkan yeni yönetim, Arap Baharı sürecinin aktörlerine, gelecek okumalarına ve değişim arzularına karşılık gelecek bir söylemle mi yola çıkacak? Yoksa bir önceki dönemde gösterdiği tereddüt ve kuşkularını, bu defa farklı başlıklar altında devam mı ettirecek?
Sözgelimi, yeni yönetimin Suriye konusunda gösterdiği yaklaşım, sanki Beşar Esad'ı gönderip, Şam'daki değişim arzusuna katkı sağlayacak bir politika gibi ortaya konuluyor. Oysa burada Suriye halkının taleplerine, değişim arzusuna, bir azınlık diktasından kurtulup geniş kesimleri temsil edecek bir yönetim arayışına değil;, İsrail'in güvenliğini önceleyen, yanı sıra muhtemel 'İhvan' iktidarlarından diğer 'Batılı' azınlıkları korumaya yönelik bir politikanın işaretlerini görüyoruz.
Bu ne Suriye halkının, ne de bölgesel ölçekte hala canlılığını koruyan diğer değişim taleplerinin paralel olarak yürüyebileceği bir kurgu. Tam aksine eski diktatörlükleri yeniden sistemin hizmetine uygun biçimde formatlamaktan öte anlam taşımıyor.
Yeni Amerikan politikasını ve bizi ilgilendiren ölçekteki karşılığını fırsat buldukça konuşacağız.