Geçen hafta AK Parti’deki veda resepsiyonunda Başbakan Erdoğan, üç önemli hedefinin altını bir kez daha ve bu kez ‘seçilmiş cumhurbaşkanı’ olarak çizdi:
Yeni anayasa: “2015 seçimlerinde AK Parti’nin TBMM’de anayasa değişikliğini yapabilecek veya yeni anayasayı halk oyuna götürebilecek sayıya (330 milletvekili) ulaşmak.”
Cari fazla veren ekonomi: “Milli geliri, ihracatı ve döviz rezervini arttırmak; dış borcu düşürmek ve ‘cari fazla’ veren bir ekonomiye sahip olmak.”
Yerli savunma sanayi: “Savunma sanayinde iyi gidiyoruz, çok daha farklı bir yere geleceğiz. Gözünüzde büyütmeyin, kendi yerli otomobilimizi de üreteceğiz; şu anda insansız hava aracımızı ürettiğimiz gibi inşallah uçaklarımızı da üreteceğiz.”
Bunlar her zaman söylenen şeyler gibi geliyor değil mi?
Ama öyle değil...
Başbakan’ın dile getirdiği üç hedef, ‘bağımsızlık ilanı’dır.
- Yeni anayasa, Türkiye’de toplumsal huzursuzluk, tatminsizlik ve çatışmaları anayasal zeminde çözmek, yani ‘toplumsal barışı sağlamak’ demek.
- Cari fazla veren ekonomi, yabancı sermayeyle ve tüketime dayalı değil; yerli finansman ve katma değeri yüksek üretime dayalı ‘bağımsız ekonomi’ demek.
- Sadece tank, tüfek değil elektronik ve ‘yerli yazılım’la da birleşen yerli savunma sanayi ‘ulusal egemenlik’ demek.
- Buna, Hazar-Orta Asya enerji kaynaklarını Türkiye’ye akıtan Mavi Akım, Bakü-Tiflis-Ceyhan, Tanap, İran, Kuzey Irak petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla gelecek olan ‘enerji bağımsızlığı’nı da ekleyin.
Ardından, Başbakan’ın bunu başarmanın ‘tek yolu’ olduğuna yönelik uyarısını:”Yeter ki biz kendimizle uğraşmayalım.”
Ve Türkiye’nin neden bunu başarmak zorunda olduğuna yönelik sözlerini: “Büyük düşünmeye mecburuz. Unutmayın, dünya bize bakıyor, İslam dünyası bize bakıyor. Artık gündemi belirlenen bir Türkiye yok, gündem belirleyen bir Türkiye var. Ortadoğu’da daha güçlü bir Türkiye bilesiniz ki daha belirleyici olacaktır.”
Ukrayna’ya, Kırım’a, Rusya’ya, Irak’a, Kuzey Irak’a, Suriye’ye, Filistin’e bakın...
Türkiye’nin toprak genişletme hevesi de, talebi de yok.
Ama bir ‘alan genişletme’ talebi de, sorumluluğu var.
Bunun için ‘bağımsızlık’ olmazsa olmaz şart.
Tarih bizi yüz yıl sonra yeni bir ‘Lozan’la karşı karşıya bırakıyor.
2023’te ya ‘1923 Türkiyesi’ gibi oturacağız masaya;
Ya da 2023 hedeflerinden taviz vermeyen bir Türkiye olarak...
Ya Batı Trakya’dan, 12 adadan, Musul ve Kerkük’ten vazgeçmek zorunda bırakılan bir irade olacak Türkiye’de;
Ya da enerji hatlarının sahibi olan; bölgesindeki toplumsal, siyasal ve güvenlik sorunlarına karşı demokratikleştirme gücü ve etkinliğini kullanabilen bir irade...
Bunun için de;
Ya kendi içinde toplumsal barışını sağlayamamış; iç güvenliği her türlü istismara, iletişimi ‘dinlemeye’, istihbaratı operasyona açık; enerjisini içeride tüketen bir Türkiye olacağız;
Ya da toplumsal sözleşmesini/anayasasını yenilemiş, demokrasisini hızla geliştiren; iç güvenliğinden sorumlu yapılarını, sosyal, siyasal ve eğitim kurumlarını, bilişim altyapısını yeniden düzenlemiş, enerjisini dışa döndüren bir Türkiye...
Yaşadığımız süreç, Türkiye’yi yıkma süreci değil; ama Türkiye’nin ‘masada elini zayıflatma’ sürecidir.
Son 3 yılda olanları bir kez daha düşünün...
Türkiye ‘dinlense’ydi, kimse ‘dinlemeyi’ düşünmezdi...
‘Bağımsız Türkiye’ diyenlerin durup düşünmesi gereken başlıklar bunlar.
Ankara’yı Ankaralılara sorun
Cumhurbaşkanı seçimi bitti, tezvirat erbabı enerjisini başbakanlık sürecine yoğunlaştırdı. O süreç de bitmiş görünüyor. Perşembe günü AK Parti MKYK’sı yeni genel başkan ve başbakan adayı için kararını verecek. Şimdi ‘başbakan geçici’ tezviratı başladı. Bu bir ‘bilgi’ veya öngörü değil, “Yeni başbakan tökezlesin, Abdullah Gül gelsin” temennisi. Bu senaryonun ne Gül, ne de Erdoğan nezdinde bir kıymeti var. Sadece ciddiye alanların itibarını zedeliyor.
Tezviratla ‘temenni’yi ve her ikisiyle ‘bilgi’yi birbirinden ayırt etmenin yolu, Ankara’daki ‘kaynak’lara sormaktan geçiyor.
Kulağına veya aklına gelen ilk parlak fikre sarılmak mahçubiyeti mukadder hale getirir.