Soma’da ölen madencilerin hikâyelerini dinliyoruz. Son gayretlerini, son sözlerini, son mesajlarını... Kendileri can verirken arkadaşlarının canlarını kurtarma telaşlarını, Rahmân’a sığınışlarını, ailelerinden helâllik dileyişlerini...
Kurtulan madenciler konuşuyor televizyonlarda. Allah diyorlar, şükür diyorlar, geride kalan arkadaşları için niyazlarda bulunuyorlar. Tevazu ile asalet karışımı bir edaları var. Yüz ifadeleri, ses tonları, o tevekkül ve adını koyamadığım bazı şeyler, bambaşka bir âleme ait sanki. Yabancısı olduğumuz temiz bir âleme.
Bize asalet telkin ediyor gibiler; öleniyle, kalanıyla.
Ve o korkunç kazadan sağ kurtulan bir madenci, ambulans aracına bindirilmek üzere sedyeye yatırılırken, “Çizmelerimi çıkarayım, kirlenmesin” diyor.
Onun kirine kurban.
Bir helal ekmek savaşçısının kahramanlık madalyasıdır, şeref madalyasıdır o kir.
Tertemiz bir mücadelenin ifadesidir.
Tertemizliğin ta kendisidir.
Sonra Taner Yıldız çıkıyor televizyon ekranına.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı?
Soma’dan önce öyleydi, ama şimdi artık onun çok ötesinde bir şey.
Felâketin başından beri Soma’da.
Gece-gündüz ayakta.
Saat başı hesap veriyor millete.
Yüreklerimizi yakan o büyük acıyı okuyoruz gözlerinde.
O büyük acıyı mümkün mertebe hafifletme azmini okuyoruz edasında.
Hem devlet ciddiyetini, hem can yoldaşlığını okuyoruz duruşunda, üslubunda, belagatinde.
Tuhaftır; bu korkunç felaketin orta yerinde bana emniyet hissi veriyor.
Rahmân ve Rahîm Allah, Soma’da ölen o güzel insanlara ganî ganî rahmet eylesin; yaralanan kardeşlerimize acil şifalar versin; cümlesinin ailelerine ve yakınlarına sabr-ı cemîl ihsan eylesin; can kurtarmak için gecelerini gündüzlerine katarak çalışan arama-kurtarma ekiplerinden, işçilerden ve devlet görevlilerinden razı olsun.