Türkiye değişmeye devam ediyor ve hayal bile edilemeyecek şeyler hala tempo düşürmeden gerçekleşiyor. Bütün değişimler gibi biraz gergin, biraz sancılı da olsa geri dönüşümü imkansızlaştıran adımlar atılıyor.
Ama, yapılanların kalıcılaşması, sistemin kendisi haline gelebilmesi yani zihniyet değişimi için gereken bir şey var; katılım. Daha fazla unsurun değişim sürecine katılması, rol alması ve elini taşın altına koyması lazımdır.
Hatta, bazı kurumların sorumluluk alması lazımdır.
Herhalde en başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin...
Kabul edelim... Ordu bugün içindeki yasadışılıklara, hukuksuzluklara daha az müsamahakar görülüyor, siyasete müdahale arzusunu bastırmış ve bir demokraside olması gerektiği gibi sivil iradeye bağlı yapıya doğru ilerliyor. Kolay değil, ordu-siyaset ilişkilerinde en iyimser tahminle 200 yıllık bir gelenek değişiyor. Yeni bir standart oluşuyor...
Ama ordu üzerindeki değiştirici güç hala siyaset-hukuk ve toplumsal baskıdır. Sorunlu bir geçmiş yargılanıyor, darbe yapan, orduyu darbe aracı olarak kullanan, siyasete müdahale mekanizmasına dönüştüren, sivilleri andıçlayan vs.ne kadar askeri girişim varsa bir şekilde hukukun karşısına çıkıyor. TSK dışarıdan gelen arınma talebine diremediği için kapılarını yargıya açmış bulunuyor.
Neticede yaşananlar iyiye doğru gidişi işaret etmektedir. Türkiye, darbe yapılamayacak bir demokrasi yurdu olmaya doğru hızla koşmaktadır.
Elbette kötümserler de var...
Tehlikelinin geçmediğini, askerin siyasete müdahale arzusu ve geleneğinin hala geçerli olduğunu ve fırsat doğduğunda yeniden su yüzüne çıkacağını düşünüyorlar. Türkiye’nin imparatorluktan da kalma öylesine zengin bir darbe geleneği var ki en kötümser görüşleri bile yabana atmak zordur.
Ancak, öncelikle tespit bu değildir. Kötümserliği bir ihtiyat olarak kaydederek ülkenin girdiği yolu önemsemek lazımdır.
İşte bu noktada TSK’ya düşen bir görev ve sorumluluğu hatırlatmak gerekiyor.
TSK, 27 Mayıs’tan 27 Nisan’a kadar doğrudan gerçekleştirdiği, cuntalar marifetiyle karıştığı ne kadar darbe ve darbe girişimi varsa, bütün bunlar için toplumdan özür dilemelidir.
Bu özür birgün mutlaka dilenecektir. Hiçbir kurum demokrasi çağında kendisini geçmişle yaralayan böyle bir mirası taşıyamaz. O mirası parçası olarak kaldığı müddetçe de toplumla arasındaki ilişkinin samimi ve sempatik olmasını bekleyemez. Artık zamanı gelmiştir.
Sadece asker değil, hukuka bağlı bir asker profiliyle de temayüz eden Genelkurmay Başkanı Necdet Özel bu tarih görevin ifasına uygun bir isimdir. Yönettiği ordunun üzerindeki bu yükü atmak, darbe geçmişiyle bağı koparmak ve TSK’yı bir daha bu işlere heves edeceklerin adresi olmaktan çıkarmak, Özel Paşa’ya nasip olabilir.
Sadece mahkemelerin değil, yeni kurulan bir komisyon aracılığıyla Meclis’in de darbeleri yargıladığı bir ortamda “özür” için en doğru zamandır.
Özür dilemek zaaf veya boyun eğmek değil aksine medeni cesaret belirtisidir. Bir dönemin yanlışlarıyla yüzleşmek TSK ile toplum arasında yaşanan sevimsiz ve tatsız hikayelerin hafızalardan silinmesine katkı sağlayacaktır. Orduya, anket formları üzerinde değil gerçekten güven duyulacaktır.
TSK bu tavrı koyarak Türkiye’nin koşar adımlarla ilerlediği demokrasi yolunda kendiliğinden bir rol almış da olacaktır. Sürecin askere rağmen geliştiği duygusu dağılacaktır. Bir an önce dağılmalıdır da. Böylelikle, bütün kurumlar; en başta da silahlı kuvvetler değişimin bir parçası olmalıdır.