Cumnurbaşkanı Erdoğan’ın Harp Akademileri konuşması “tarihi” önem taşıyor. Hayır, yalnız söylediklerinden dolayı değil, devletin en üst makamına ulaşmış bir siyasetçinin bugüne kadar yaptığı en cesur “özeleştiri” olmasından kaynaklanıyor bu durum...
“Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen 70’li yılların politikacısından, bugün, başkomutanı olduğu ordunun karşısına geçip, “evet, hepimiz aldatıldık” diyen bir devlet adamına ulaştık, önemlidir.
Ergenekon Davası, benim kuşağım açısından tam bir hayal kırıklığıdır... 27 Mayıs İhtilali’ni çocukluğunda, 12 Mart ve 12 Eylül’ü gençliğinde yaşamış, olgunluk çağında 1993 Örtülü Darbesi ve devamında 28 Şubat Müdahalesi ile karşılaşmış bir kuşaktan söz ediyorum. İşkence evleri, yargısız infazlar, DGM’ler önünde hesap vermeler, 1 Mayıs 1977 katliamından kurtulmalar, Kahramanmaraş- Madımak “pogrom”larına şahit olmalarla geçmiş bir yaşamdan söz ediyorum. Dava başladığında en büyük ümidimiz, NATO’dan müttefiklerimizin 1991-1995 döneminde yaşadıkları türden bir “temizlenme” ve güçlü demokrasiyi kurmamız için gerekli “iç hesaplaşmayı” gerçekleştireceğimiz yönündeydi...
GLADIO-A nerede?
Olmadı... Bugün GLADIO-A olarak tanımladığımız bir yapılanmanın yakın tarihteki aktörlerinden başlayarak ortaya çıkarılacağını umarken, GLADIO-B’nin devreye girdiğini, davanın bir intikam, aşağılama ve bütünüyle TSK’yı etkisiz hale getirme operasyonuna dönüştüğünü gördük...
Devamında yaşanılan Balyoz ve İstanbul/İzmir Casusluk Davaları, sudan bahanelerle devletin Kozmik Odası’na girme telaşları karşımıza farklı bir tablo çıkardı. Hukuk ve emniyetin içinde yerleşik bir çetenin, Türkiye’nin güçlü ve kurumsallaşmış demokrasi rotasına değil, aksine, yeni darbeler dönemine hizmet ettiğini izledik...
Sahte belgelerle insanların yaşamlarıyla oynandı, TSK’nın moral gücünü, savaş kabiliyetini kıracak manevralar gerçekleştirildi, bir tek “şey” başarılamadı: GLADIO-A nerede?.. Bulamadık...
Özel Yetkili Mahkemeler eliyle olaya el koyan bir gölge güç, bir yanda GLADIO-A’nın gerçek anlamıyla ortaya çıkarılmasını engelledi, diğer yanda, 17-25 Aralık’ta “darbe teşebbüsüne kalkışacak” kadar kendinden emin GLADIO-B’nin palazlanmasını sağladı...
Türkiye, tarihinde bu ölçüde bir ihanetle karşılaşmamıştı, bunu da yaşadı...
Hasan Cemal, Erdoğan’ın Harp Akademileri’ndeki konuşmasını, IQ seviyesi çok vasat bir insanın tarifiyle karşılıyor: Asker tarafından kuşatıldı...
Oysa, yaşanılan, Türkiye’nin sivil ulusal gücüyle devletin asker bürokrasisinin ortak tehdit anlayışında buluşmasından ibarettir ve bu “anti-emperyalist ortak cephede” buluşmaktan ibarettir. Abdullah Öcalan’ın son Nevruz mektubunda aynı “anti-emperyalist cephenin” içinde yer alma kararlılığı göstermesi önemlidir.
Erdoğan’ın Harp Akademileri konuşmasından “demokrasi dışı güçlere teslim olma” iddiası geliştirmeye çalışırken, PKK’nın silah bırakmasına karşı çıkmak ve bugüne kadar memleket evlatlarını demokrasi zemininde buluşturacak “çözüm süreci” hakkında bir tek hayırlı kelime etmemek dikkat çekici...
TSK ağır sınav verdi...
Genelkurmay eski Başkanı’nı bile “hukuka saygı” çerçevesinde, üstelik, savcılık iddiaları ve mahkeme sürecinin hukuk açısından bir skandal olduğunu bilerek o cezaevine göndermiş askeri yapılanmayı, bugün, “darbeci geçmişinden” yola çıkarak yargılayıp, oradan Erdoğan’a kadar varmak için “korkunç” bir beyin kimyasına sahip olmak gerekiyor ve ne yazık ki, aramızda bu türlerden bir hayli var...
Cumhurbaşkanı’nın o konuşmasından sonra ise benim derdim şu: Madem “aldatıldık” ve pek çok şerefli subayımız sahte belgelerle ağır hak kayıplarına uğratıldı, siyaset bunu düzeltmek durumundadır...
O yargılama süreçlerinin “yok sayılmasını” sağlayacak yasal düzenleme Meclis’ten çıkarılmalı, “kumpas mağdurları” iade-i itibarla kıdemlerini alarak görevlerine devam etmelidirler...
“Çete”nin mağdurlarına “Kusura bakmayın, aldatıldık” deyip onların gasp edilen mesleklerini, haklarını görmezden gelip, yürüyüp gidemeyiz... “Kul hakkı”dır, bunu yapanlar, tezgahlayanlar yaptıklarından korkmayabilir, ilahi adalet karşısında nasıl hesap vereceklerini düşünmeyebilirler ama, biz, onlar gibi olamayız...
Hakları gasp edilen bütün TSK mensuplarının o haklarını teslim edecek düzenlemeyi siyaset bu yasama yılında yapmalıdır... İnanıyorum, yapacaktır...