''Yoksa aynen Kemalizm’in yaptığı gibi, AK Parti de kendisine iktidar alanı açma ve o alanı tahkim etme uğruna normalleşme hedefinden uzaklaşıp, kendi tahayyülünün normlarını hâkim kılma sevdasına mı kapılıyor? “Eski Türkiye”ye karşı çıkarken, bir başka “Eski Türkiye” olmaktan öte hiçbir anlamı olmayacak bir maceraya mı sürükleniyoruz? Üstelik ülkenin normalleşmeye elverişli sosyolojik ve zihni zemine sahip olduğu bir dönemde…''
Son yazısının finalini böyle bağlıyor Mahçupyan! "Ülkenin normalleşmeye elverişli sosyolojik ve zihni zemine sahip olduğu bir dönemde…" Ben şahsen çok merak ediyorum; son dönemle kast edilen hangi süreçtir? Son dönemde normalleşmeye uygun sosyolojik ve zihinsel dinamikler kimlerdir? Hem sosyolojik hem de zihinsel olarak normalleşmeyi talep edenler var da bir ben mi görmüyorum?
''İzmir’in dağlarında çiçekler açar'' marşı ile Mustafa Kemal’in Askerleri sokakta meydanda yeri gökü inletirken, bu durumu acaba normalleştirme işareti olarak mı okumalıyız? Daha 15 Temmuz 2016'da FETÖ’cü çete uluslararası destekçileriyle darbe kalkışmasına karar vermiş ve uygulamaya geçmişken, bu eylemi ve haleti-ruhiyelerini normal mi kabul edeceğiz? 22 Temmuz 2015'te PKK ''devrimci halk savaşı'' ilan edip, şehirlerde hendek savaşına başlamasını normalleşme belirtisi ve arzusu olarak mı değerlendireceğiz?
Mahçupyan kusura bakmasın ama Türkiye sosyolojisi ve bu sosyolojinin zihinsel temsili denirken aklıma bunlar geliyor. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa; bizzat Mahçupyan'ın kendisi bir vakitler bir yazısında buna benzer bir tasnif yapmıştı. Türkiye sosyolojisi ve zihinsel yapısını baskılayan ve belki de belirleyen üç dinamiği öyle sıralamıştı. AK Parti, Cemaat (yani FETÖ) ve PKK. İktidar alanının rekabetinde ve belirlenmesinde ancak bu üç gücün belirleyici olabileceğinin altını yine kendisi çizmişti.
İzmir’in dağlarından başka hiçbir alternatif yol önermeyen ana muhalefet, normalleşti mi de biz mi kaçırdık treni? Fettullah Gülen ülkeye dönüp, halkın arasına karıştı da biz mi görmedik? PKK, silahları gömüp, silahsız ve şiddetsiz bir siyaset izlemeye başladı da biz de deve kuşu misali kafamızı kuma gömüp görmemezlikten mi geliyoruz?
Mahçupyan'ın gözden kaçırdığı temel bir sosyolojik ilke var; Normalleşme çıkar gruplarının temsil düzeyinde sağladıkları mutabakatların normalleşmesidir. Çatışmanın sebebi olan nedensellikler zincirinde temsili düzeyde bir yumuşama ve yakınlaşma sağlanmadan sosyoloji normalleşmez. Ortada bunun ikna edici hiçbir emaresi yokken keyfi biçimde, paşa gönlüm böyle istiyor diyerek sosyolojik yapıların algılarıyla oynanmaz. Bu çok tehlikeli bir yaklaşımdır.
Türkiyenin siyasi pratiği ve Türk halkının iki normalleşme ürettiği savı da gerçekçi değildir. Darbelerle üretilmeye çalışılan daha doğrusu rasyonel hale getirilmeye çalışılan eski Türkiye, son darbe girişiminin bizzat halk eliyle bertaraf edilmesi, eski Türkiyeyi J. Lacan'ın deyimi ile "simgesel gerçeklik" olmaktan bile çıkarmıştır. Bugün yaşadığım ve tanık olduğumuz sürecin ana çatışma ekseni yerel değildir.
Çatışma eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında cereyan etmemektedir. Çatışma esas olarak global dünya ile Yeni Türkiye arasındadır.
Eski Türkiye’nin hayaletleriyle yeni Türkiye’yi kendine özgü dinamiklerinden yoksun bırakmak sadece akla ziyan değildir, ayrıca da gereksiz ve işlevsizdir. Yeni Türkiye idari ve siyasi bakımdan değişen bir Türkiye olmak zorundadır. Buna mecburdur. En iyisi bu mudur? Hayır değildir. Ama anlaşılan o ki, şimdilik Türkiye sosyolojisinin elverdiği, cevaz verdiği de budur. Bu kadardır.