Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile ilişkilerini normalleştirmesi, bundan sonra atacağı diğer normalleşme adımlarının başlangıcını oluşturuyor. Dolayısıyla Atatürk Havalimanı’na yapılan saldırı sadece Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile uzlaşmasına yönelik bir karşı çıkış değil; aynı zamanda bundan sonra yapılacakların da rotasını belirleme amacı taşıyor.
Rusya ve İsrail ile buzların erimesi önemli, ancak bunların eş zamanlı olması daha önemli. Türkiye sadece İsrail ile ilişkilerini geliştirip başta enerji, güvenlik ve terörle mücadele konularında anlaşmaya varsaydı, muhtemelen Rusya bunu kendisine yönelik bir karşı hamle olarak görecekti. Obama’nın İsrail politikası bu ülkeyi Filistin konusunda oldukça baskı altında bırakmış, İsrail de Rusya ile yakınlaşma yolunu denemişti. Bugün İsrail’in Türkiye ile yeniden işbirliğine gidiyor olmasının Rusya tarafından bu ülkenin kendisinden uzaklaştırılması olarak görülmesi mümkündü.
Öte yandan sadece Rusya ile ilişkilerini düzeltseydi, bu sefer de Türkiye’nin “Batı”dan uzaklaşması yönünde bir hava esecek, bu da zaten pek de iyi gitmeyen Türkiye-ABD ilişkileri başta olmak üzere bir dizi ülkeyle ilişkilerini daha da sorunlu hale getirecekti.
Normalleşme süreçlerinin eş zamanlı başlaması, sadece Türkiye’nin Doğu-Batı dengesinde değil çok daha geniş bir coğrafyada rahatlama sağlayacak nitelikte.
Terörle mücadelede işbirliği
Söz konusu uzlaşmanın ilk sonuçlarının terörle mücadele konusunda artan işbirliğinde görüleceği söylenebilir. Havalimanı saldırısını gerçekleştiren teröristlerin Kırgız, Çeçen, Özbek ve Dağıstanlı oldukları düşünülürse, DAEŞ’in sadece Ortadoğu ve Afrika’da değil Rusya coğrafyasında da ne denli etkili olduğu anlaşılabilir.
Avrupa’dan Çin’e kadar yayılmış bu yapıyla mücadelenin daha fazla katılımcıya ihtiyacı bulunuyor ve muhtemelen de öyle olacak. DAEŞ’le daha etkili mücadelenin alandaki karşılığı ise, Suriye olacak gibi.
Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’de daha fazla güç kullanmasının önünde iki büyük engel vardı. Bunlardan biri Rusya idi, zira Rusya’ya rağmen bölgede herhangi bir operasyon yapma imkanı bulunmuyordu. İkincisi ise ABD idi; zira ABD Türkiye’nin DAEŞ’le mücadeleyi YPG ile mücadele bahanesi olarak kullanacağını düşünüyordu.
ABD, YPG’yi Rusya’ya kaptırmamak için DAEŞ karşısında desteklerken neden aynı örgütün Türkiye’yi tamamen oyun dışına itme amacındaki PKK terörünü desteklediği sorusuna yanıt vermiyordu.
Anlaşılan ABD de politika değiştirdi.
İçte ve dışta yeni dönem
Rusya ve İsrail ile eş zamanlı uzlaşı, ABD-Rusya ve İran-İsrail dengelerinin yeniden ve Türkiye üzerinden dengelenmesi anlamına geliyor. Bu da en azından kısa vadede Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması senaryolarının ertelenmesi demek.
Türkiye’yi rahatlatacak bu gelişmenin PKK ve PYD’yi rahatsız edeceğine şüphe bulunmuyor. Üstelik söz konusu senaryonun teminat altına alınabilmesi için, bir dengeye daha ihtiyaç olacağı hatırlatılmalı, ki o da Türkiye-Mısır normalleşmesi ile Türkiye-Bağdat ilişkilerinin geliştirilmesi.
Bunlar olduğunda varılacak aşama ise bölgede vekalet savaşı sürdürmek yerine, doğrudan “devlet”lerle işbirliği yapılacak olması gibi gözüküyor. Ama hatırlatalım, bu devletler yeni kurulacak olanlar değil; var olanlar.
Buradaki tek koşul ise muhatap alınan dengeleyici devletlerin güvenilir olması. Türkiye’nin güvenilirlik testi ise demokrasinin kalitesinden geçiyor. Demek ki dış ilişkilerdeki normalleşme, içerideki normalleşme sürecini de zorunlu kılıyor; zira biri diğerinin teminatı haline gelmiş durumda.