Her yıl olduğu gibi bu yılın sonunda da bir “Noel” ve “Yılbaşı” polemiği başladı.
Saadet Partisi’nin gençlik kolları sayılan Anadolu Gençlik Derneği’nin hazırladığı bir afiş ise eleştiri konusu oldu. Çünkü üzerinde “Yılbaşı ve Noel kutlamalarına HAYIR!”yazan afişte, bir de “şiddet” sahnesi vardı:
Başı takkeli, yüzü sakallı bir zat, Noel Baba’nın suratına okkalı bir yumruk çakıyordu!..
Bunun üzerine, Türk Hıristiyan cemaatinden bir isim, Ziya Meral, şöyle yazdı Twitter’da:
“Türkiye’deki kiliseler, dini değerleri aşağılandığı ve hedef gösterildiği için suç bildiriminde bulunmalı.”
Kendisine itiraz eden Müslümanlara ise şu soruyu sordu Ziya Meral:
“Önemli bir Müslüman figürü döven Hıristiyan afişi görseydiniz böyle düşünür müydünüz?”
Üzerinde düşünmeye değer bir soruydu bu.
Çünkü, hakikaten, biz Müslümanlar bir Batı ülkesine gitsek ve orada yüzüne yumruk atılan bir “hacı amca” posteri görsek ne düşünürüz?
“Bu Müslümanlara hakarettir, faşizmdir, nefret söylemidir” diye kırmaz mıyız?
Nasihat ve özgürlük
Niyetim, Anadolu Gençlik Derneği’ni suçlamak değil. Her sene tekrar eden “Noel” tartışmalarının kabak tadı verdiği, aynı temalar üzerinde dönüp-dolaştığının da farkındayım.
Ama burada karşımıza çıkan mesele, yine de önemli bir mesele: Müslüman ağırlıklı bir toplumda, Müslümanlığa yabancı ve hatta aykırı pratikler karşısında ne yapılması gerektiği meselesi.
Bu konuyu açıkça tartışmadığımız, bir “ilke”ye oturtmadığımız için, sürekli kendini tekrar eden gerilimler yaşıyoruz gibi geliyor bana.
Benim naçiz kanaatim şu: Müslümanlar (yahut başka din veya felsefe mensupları) toplumda yanlış gördükleri pratikleri kınama, bunlar aleyhinde tutum alma hakkına elbette sahiptirler. Ama bu kınamanın yasağa, şiddete, şiddet çağrısına ve nefret söylemine dönüşmesi kabul edilemez.
Sözgelimi, muhafazakâr din adamlarının “dinimizde Noel, yılbaşı gibi adetler yoktur, bunlardan uzak durunuz ey aziz Müslümanlar” diye nasihatte bulunmasından daha doğal bir şey olamaz.
Ama isteyen bu nasihati dinler, isteyen de dinlemez.
Toplumdaki herkes Müslüman değildir bir kere. Müslümanların hepsi de dindar değildir. Dahası dindarların din anlayışları da birbirinden epey farklı olabilmektedir.
Kendi anlayışını toplumun geri kalan kısmına dayatmaya kalkanlar ise, çok yanlış bir iş yapmış olurlar. Dayattıkları ister “çağdaşlık”, ister muhafazakârlık, ister milliyetçilik, ister başka bir şey olsun.
Kültürel rekabet
Söz konusu “herkes özgür olsun” argümanının bazı muhafazakârları ikna etmeyişinin bir sebebi, özgürlük ortamının Batı kültürü lehine çalıştığını düşünmeleri.
Örneğin, “bu Noel baba sembolizmi öyle cazip ki, bunu gören çocuklar özeniyor, önünü alamıyoruz” diye düşünenler biliyorum. “Batı cazibesi”ni ayartıcı bir güç olarak görüyor ve bastırmak istiyorlar.
Oysa, fark etttikleri cazibe, yeterince fark etmedikleri bir soru koyuyor önümüze: Niçin adamlar cazip bir kültür inşa etmiş de biz edememişiz?
Şöyle de sorulabilir: Batı’nın Noel Baba üzerinden oluşturduğu ve dünyanın dört bir yanında insanları (bilhassa çocukları) çeken renkli kültürü, biz neden İslami bir şahsiyet üzerinden yapamamışız? Sözgelimi Nasreddin Hoca’dan veya Hacivat-Karagöz’den böyle bir mit çıkaramamışız?
Bana göre meselenin özü şudur: “Kültür emperyalizmi” dediğimiz şey, yaratıcı kültürlerin doğal cazibesidir aslında. Doğru tepki ise (ekonomide olduğu gibi kültürde de) “anti-emperyalizm” adına içe kapanmak değil, kendi “kültür emperyalizmi”mizi üretmektir.
Mesela, bir düşünelim bakalım; acaba kendi bayram ve kandillerimizi nasıl daha renkli, ışıltılı, eğlenceli kılabiliriz?...