Bu yazıyı Pazartesi öğleden sonra dört sularında kaleme alıyorum.
Aklımda, Van ilimizde restorasyon bekleyen ve ermenilerin yedi kilise adını verdikleri bir manastırın mülkiyetinin Sayın Fatih Altaylı’nın ailesine ait çıkması meselesi vardı.
Allah için, sayın Fatih Altaylı meseleye çok kibar, çok medeni bir üslupla yaklaşıyor, kiliseleri ne yapacağını bilemediğini, onları restore edecek mali olanağının olmadığını, hukuk düzeni cevaz verirse Ermeni Patrikhanesi’ne, bu hukuken olanaksız ise de aynı araziyi devlete bila bedel devretmeye hazır ve istekli olduğunu deklare ediyor.
Meselenin bu tarafı çok hoş, çok medeni bir yaklaşıma tekabül ediyor ama kimse basında inşaaları sekizinci yüzyıla dayanan manastırın (yedi kilise) toprak mülkiyetinin Altaylı ailesine geçen yüzyılın başlarında nasıl geçtiğini sorgulamıyor.
Ermeni meselesi gündeme geldiğinde çok sayıda insan ve kurumun tüylerinin diken diken olmasının altında acaba soykırım suçlamasının onur kırıcı olması mı, yoksa başka meseleler mi yatıyor, doğrusu benim aklım biraz karışık, bu konuya belki başka bir yazıda dönerim.
Tam bu konuya odaklanmak isterken Nobel ekonomi ödüllerinin Harvard Üniversitesi’nden Prof. Alvin Roth’a ve UCLA’den (Los Angeles California Üniversitesi) Prof. Lloyd Shapley’e verildiği haberi BBC’nin internet sitesine düşüyor ve bendeniz de ermeni toprak mülkiyetinin akıbetini sorgulamak yerine daha steril bir konuyu, Nobel Ekonomi ödülleri konusunu tercih ediyorum.
Roth ve Shapley’i Nobel’e götüren çalışmaları mikroiktisat kökenli konular, iktisat teorisinin en sert çekirdeğinin konuları, iktisat politikaları ve makroiktisatla ilişkileri sınırlı, bu nedenden profesyonel iktisatçılar dışında çok ilgi çekeceğini zannetmiyorum.
Prof. Roth (Harvard Üniversitesi) ve Prof. Shapley (UCLA) çalışmalarını aslında beraber yürütmemişler ama Nobel ödüllerini veren İsveç Kraliyet Bilim Akademisi bu iki çalışmanın birbirini büyük ölçüde tamamladığını ve birlikte ele alındıklarında piyasaların etkinliğini büyük ölçüde arttırdığını belirterek Ekonomi Nobel’ini bu iki bilim adamına layık görüyor.
Nobel ödülleri, bunlara tüm dallar, barış ve edebiyat ödülleri de dahil, bir kitaba, bir makaleye, tek bir araştırmaya dayanılarak değil, adayların yaşam boyu çalışmalarına, katkılarına veriliyor.
Nobel ödülleri bizim ülkemizde çok tuhaf değerlendiriliyorlar; Sayın Orhan Pamuk bu çok önemli ödüle layık görüldüğünde kendine ulusalcı diyen bir kuru kalabalığın nasıl kıskançlık krizine girdiğini, kendisini ve Nobel kurumunu nasıl eleştirdiklerini (!!!???) çok iyi hatırlıyoruz.
Türkiye’ye ilk Nobel ödülünü getiren Pamuk’u, sadece Migros’da torbalarla dolaşma şovunu hatırlayacağımız, Danıştay saldırısı sonrası demecini ve hatta kendisini unutmak istediğimiz dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in köşke davet bile etmediği birülke burası; muhtemelen Sezer o tarihlerde çok iyi bildiğimiz, daha sonraları daha da iyi gördüğümüz çok başka önemli konularla meşguldü, kendisini bu nedenle hoş görmek lazım.
Aynı tuhaf zihniyet AB’ye barış Nobeli verildiğinde de devreye girdi, AB’nin bu ödülü neden hakketmediğini anlatmaya (!) başladılar; oysa, AB, ulus devleti aşma çabası olarak bilinen bu bütünleşme girişimi her açıdan insanlık tarihinin en saygıdeğer toplumsal projesi, son senelerde yaşanan sıkıntılar AB’nin bu vasfını değiştirmiyor.
Bu sene Nobel ekonomi ödülünü kazanan Prof. Shapley de “istikrarlı eşleştirme” (stable matching) adı verilen çalışmasının teorik temellerini daha 1962 senesinde atmış; “istikrarlı eşleştirme” teorisi de son dönemlerin en çok çalışılan konusu oyun teorisinin bir alanını oluşturuyor.
Umarım Türkiye Nobel meselesini bugüne oranla çok daha fazla ciddiye alır, verilen Nobel ödüllerine ulusalcı şartlı reflekslerle karşı çıkmaz, çok daha pozitif ve rekabetçi bir anlayışla destek verir ve her Nobel ödülü bize yeni Nobel’leri Türkiye’ye getirmek için bir müşevvik oluşturur.
Önümüzdeki senelerde de Türkiye kökenli ve vatandaşı, Galatasaray lisesi mezunu bir ABD’li ermeninin, Daron Acemoğlu’nun ekonomi Nobel’ini alması bekleniyor.
Pamuk’un aldığı ödül ve gösterilen tepkiden sonra Acemoğlu da Nobel alırsa, büyük bir ihtimal, aynı sürü bu Nobeli, komitenin kendisine ermeni olduğu için verdiğini söyleyecektir.
Yazımı fransızca bir deyimle bitiriyorum ve tercümesini de yapmayacağım: “Quand on est bete, c’est pour la vie”.
twitter.com/KarakasEser