Orta-Batı Afrika ülkelerinden Nijer'de 26 Temmuz günü, General Abdourahmane Tchiani komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği'nce ve sonra ona başka askerî birliklerin de katılmasıyla gerçekleşen askerî darbenin ve 2 yıl önce Cumhurbaşkanı seçilmişken o darbe ile devrilen Mohamed Bazoum'un akıbetini ne olacağı üzerindeki belirsizlik devam ediyor..
('Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği'nin korumakla sorumlu olduğu Cumhurbaşkanı'nı devirmesi, tam da Afrika'daki geriliğe işarettir' diye düşünenlere, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'ni Millî Birlik Komitesi adıyla tezgâhlayan 38 kişilik cunta idaresi içinde, bulunan Kur. Alb. Osman Köksal isimli kişinin, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı olduğunu ve daha sonra darbelerle de en güvenilir nice komutanların da darbeciler arasından çıktıklarını hatırlatmak gerekir.)
(Bizde nasıl ki, Müslüman kültürünün içinde en belirli ortak isimler mahallî telaffuzlarla tanınmaz hale geliyorsa, çoğu kimse Mehmed, Memet, Orta Asya'da Mamad gibi telaffuzlara dönüşen Muhammed isminin ve diğer isimlerin Afrika'da da farklı ve tanınmaz telaffuzlara dönüştüğüne alışmamız gerekmektedir. Meselâ, çoğu Orta ve Batı Afrika ülkelerinde, Âdem'in (Ado), Muhammed'in (Mamado), Ahmed'in (Amado), vs. şekline dönüşmesi gibi..)
Mohamed Bazoum, 20 gündür kendi evinde hapsedilmiş bulunuyor ve sağlığı ve sonrası hakkında tahmin yürütmek de zor.. Çünkü hem Putin, hem de geçen ay Putin'in başını epeyce ağrıtan 'Wagner' isimli ve -sözde- bir 'Özel Güvenlik Şirketi'nin Rusya tarafından oynatılan savaşçı güçleri ve onların şefi Yevgeny Prigojin, 'Nijer'deki darbenin, Nijer halkının emperyalizme karşı verdiği haklı bir direnişin sonucu olduğu'nu iddia etmiş ve arkasından da darbeci güçler, Wagner'den alenen yardım talebinde bulunmuşlardı..
Diplomatik çevrelerde Putin'in bu darbeye bu kadar açık destek vermesi, Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda, NATO'nun Rusya'ya karşı Ukrayna'nın yanında yer almasını isteyen Fransa Başkanı Macron'a yönelik bir intikam hamlesi olarak değerlendiriyor.
Çünkü dünyanın en zengin uranyum yataklarına sahib olduğu bilinen Nijer'deki bu zenginlik, sadece Fransa tarafından ve Fransa'nın nükleer silahları ve de nükleer enerji santrallarının hammaddesi olarak işletiliyor; daha açıkçası, sömürülüyor. Çünkü fakir Nijer ülkesinin bu yer altı zenginliklerini işletmek imkânı olmadığı için, bir zenginlik değil, koruması bile pahalı bir yük olarak kaldığından, Fransa, yardımcı olmak iddiasıyla, yok pahasına aldığı bu uranyumu ucuza kapatıp işletiyor..
Şimdi, darbeciler Macron'un elini Nijer'den kesebilirler mi, meçhul.. Ama başta başkent Niamey olmak üzere, Nijer şehirlerinden dünyaya yansıyan gösterilerde taşınan pankart ve flamalarda, 'Fransa defol!' yazılarının yanında, Rusya bayrakları da göze çarpıyor. (İtalyan başbakanı Mss. Giorgia Meloni'nin birkaç ay önce, kendisine bazı eleştiriler yönelten Macron'u ağır şekilde suçladığı ve 'Afrika'yı soyduğu, Nijer ve diğer ülkelerde elektriğe bile muhtaç olan halkın zenginliklerini Fransa'ya taşıdığı' gibi sözleri de bu arada hatırlanabilir..)
Öte taraftan, Rusya'nın Nijer'de etkili olmaması için, Amerika da Rusya'dan geri kalmadı ve hattâ daha etkili bir şekilde Amerikan Dışbakanı Anthony Blinken, bir taraftan Mohamed Bazoum'un hayatının korunmasını isterken; Nijer'deki Amerikan Elçiliği de darbecilerle yaptıkları görüşmeler sonunda, Bazoum'un Maliye Bakanı'nın Başbakan olarak tayin olunmasını sağladılar. (Hatırlayanımız var mı; General Kenan Evren liderliğinde ve -NATO üyesi olunması açısından, zaten NATO ve Amerika'nın bilgisi dışında bir askerî harekât yapılamayacağından- Amerika'dan izin alınarak yapılan 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi sonunda, Amerika, ekonominin başına T. Özal'ın getirilmesini istemiş, generaller de bu isteği kabul edip, Özal'a teklif ettiklerinde, o da, tutuklu olan Demirel'den izin almadan kabul edemeyeceğini söylemiş ve bu görüşme sağlanmış ve Demirel de Özal'a, 'Tabiî kabul edeceksin kardeşim, bu günler gelir-geçer, ama memleket bizim..' diye görüş belirtmişti.. Ama Demirel'in ve diğer siyasetçilerin 7 yıl süren siyasî yasaklılık durumları 1987'de sona erince, Demirel ile Özal birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye girmişlerdi..)
Biz yine dönelim Nijer'deki darbeye..
'Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS)' diye anılan bir 'ülkeler birliği' var, Batı Afrika'da.. Ve bu birliğin başkanlığını, sadece 'Batı Afrika'nın değil, 225 milyon nüfusu ve petrole dayalı ekonomisiyle bütün Afrika'nın en büyük ve güçlü ülkesi olan Nijerya üstlenmiş bulunuyor. Nijerya Cumhurbaşkanı da, Şubat- 2023 sonunda seçilen Bola Ahmed Tinubu..
ECOWAS başkanı ve Nijerya Devlet Başkanı Ahmed Tinubu, Nijer'deki siyasî buhrana barışçı bir çözüm aramakta.. Bu yolda, devreye girmeye hazır olduklarını söyleyen 'Müslüman âlimleri'nden oluşan ve başkanlığını Şeyh Abdullahi Bala Lau'nun yürüttüğü bir heyetle Cumartesi günü birkaç saat süren ve amma muhtevası açıklanmayan bir görüşme yaptı.
Aynı sırada, Tayyip Erdoğan'ın da, Mehmed Görmez liderliğindeki, çeşitli ülkelerden bir 'Müslüman Âlimler Heyeti'yle uzunca bir görüşme yapması, ulemâ'nın bu konuda rol alabileceklerine ve almaları gerektiğine dair istekleri güçlendiriyor denilebilir.. Çünkü İslam ulemâsı, kitabların arasından başlarını kaldırıp, sadece bütün Müslümanların değil, bütün insanlığın temel meseleleri konusunda da 'Müslüman âlimler' olarak görüşlerini ortaya koymalıdırlar. Esasen Ahmed Tinubu da, ayrıca, 'Nijer'deki darbenin kırılması için ECOWAS tarafından yapılacak bir askerî müdahaleden önce bütün barışçı yolların denenmesi gerektiği'ne de işaret ediyor.
Bu arada, darbe lideri Abdourahmane Tchiani'nin de, 'Nijer ile Nijerya arasındaki tarihî bağları vurguladığı ve bu ülkelerin "sadece komşu değil, aynı zamanda meseleleri dostâne şekilde çözmesi gereken kardeşler olduğu'nu söylediği bildiriliyor.
Ama bu noktada, asıl üzerinde durulması gereken konu, hem 'İslam İşbirliği Teşkilatı'nın, hem de dünya Müslüman efkâr-ı umûmiyesinin, Müslüman dünyanın ve toplumların meseleleri deyince sadece belli konularda değil, her yerdeki Müslüman toplumların bütün temel meselelerine de ilgi göstermesi gerekiyor.
Eğer 'İslam Milleti' olarak bir bütün olmak zorundaysak, sadece sınırlı ve belli coğrafyalarda değil; dünyanın neresinde bir Müslüman ve mazlum varsa oralarda da bizler o Müslümanların ve diğer mazlumların yanında olduğumuzu en etkili şekilde ve yüksek sesle dile getirmeli değil miyiz?
Ama görmekteyiz ki, halkının ekseriyeti Müslümanlardan oluşan 55-56 ülkenin 50 yılı aşkın zamandır kurmuş olduğu 'İslâm İşbirliği Teşkilatı', hemen hiç bir konuda ciddî bir karar almak noktasında değil.. O zaman da bu ve benzeri teşkilatların hangi hedeflere hizmet için kurulduğunu ve niçin var olduğunu sorgulamak da hepimize düşer.