Sayet yolunuz düşerse bir gün... Müminlerin annesi Hz. Hatice ile pak kızı Hz. Fatıma’nın, saygıdeğer misafirleri oldukları, o camiye girersiniz inşallah... Şaşırdınız değil mi? Bendeniz de Ataşehir’deki Mimar Sinan Cami’nin o geniş ve yüksek kubbesinin altında, Kadınlar Mahfiline doğru başımı kaldırıp baktığımda yüreğim çalkalanmıştı.
Öyle sessizce gelip oturuvermişler gibi sanki Cami’nin uçuşan balkonlarına. Ne güzel bir aile bu; Büyük anneleri Hz. Hatice ile annecikleri Hz. Fatıma’nın arasında duruyorlar Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin... Dört güzel hatt levhası... Sağ başta Hatice, sol başta Fatıma, orta duvarda cennet reyhanlarının isimleri yazılı...
Sandım ki kendileridir orada misafir olanlar... Sandım ki Ehli Beyt, İstanbul’a gelmiş. O kadar heyecan o kadar kalp çarpıntısı... Hayatımda ilk defa Hz. Hatice ile Hz. Fatıma’nın isimlerini okuyordum İstanbul camilerinde nasıl heyecanlanmayayım? Birisi Kübra’dır künyesi, Resulullah’a (sav) olan imanı, sadakati, düşkünlüğü, şefkati ve sevdasıyla, çölü deniz eylemiş bir mübarek annemiz... Diğeriyse Ümmü Ebiha, yani “Babasının Annesi” diye ünlenmiş Hz. Zehra Betül, ehlibeyt’in annesi... Sanki sessizce teşrif etmişler, sanki bizi seyrediyorlarmış gibi geldi... İsimlerini duvarda asılı görmek bile insanı heyecandan titretiyor. Mahfilden eksik olmayan bir rüzgar var, garip bir şekilde insanın içine işleyen bir misk kokusu, koklasınız ağlarsınız. Bir çocuk gibi sağa sola koştum Ya Rabbim nereden geliyor bu koku, birisi billur bir şişe mi kırmış, bir buhurdanlık mı tütüyor yoksa merdiven diplerinden, yoksa bir misk kuyusu veya bir amber dükkanı mı var alt katlarda... Bulamadım. Sonra kadınlar mahfilinin benden başka tek kişilik cemaati olan o titrek mahcup genç hanıma selam verdim... Ağlamaklıydı hali. Kimbilir içinden neler geçiyordu, hangi hüzünler onu bu karlı buzlu günde, bu Camiye getirmişti. Öyle kendi kendine dua ediyordu sessizce... Amin dedim ben de gönlünden geçenlere...
Ezan okununca, birinci saf bile tamam olamadı maalesef. Kadınlar Mahfilindeyse son anda yetişenlerle birlikte dört kadındık... Ama Cuma günleri çok kalabalık oluyormuş, hatta Kadınlar Mahfili bile erkekler tarafından zaptediliyormuş. “Bayan Mescid”, “Bayanlar Yan Taraf”, “Bayanlar Altta” gibi ibarelerin iticiliği ile geçti ömrümüz. Bayan lafını kabul etmediğimi edebiyattan beni takip edenler bilirler... Bu yüzden Mimar Sinan Camiindeki “Kadınlar Mahfili” yazısını pek beğendim. Toplumumuz, kadınların Millet Meclisindeki varlığını çok önemser, lakjn bir selatin camiye “Kadınlar Mahfili” ibaresini astırmak, bundan çok daha zorlu ve uzun bir süreci gerektirmiştir. Hz. Hatice, Hz. Fatıma gibi annelerimizin hatt-ı şerif şeklinde işlenmiş mübarek isimlerinin camilere asılabilmesi hadisesi, neredeyse devrim mahiyetindedir...
Bu sosyolojik hesaplaşmayı da içeren bahsi çok uzatmak istemiyorum. “Değince incitir miyim toprağı” diye soruyor ya Cem Mehmet Eren’in şiirindeki Damla Duası. Kimseler incinmesin sözümüzden. Ama ahir ömrümüzde “Zamanı Kuran Kadınlar”dan iki büyük annemizi, Hz. Hatice ile kızı Hz. Fatıma’yı hatırlamak, onların isimleriyle karşılaşmak ruha şifa gibi geldi bize...
***
Hafta sonu değerli gönüldaşlarımız Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman öncülüğünde bir dergi girdi hayatımıza: NİHAYET... Ben Nihayet için sadece dergi diyemeyeceğim, hayat gibi bir şey. Hasretini çektiğimiz bir gurbet mektubu gibi düştü avuçlarımıza. Politika ve magazinden ibaretleşmiş basın, hayata dair ciddi bir yoksullaşmayı yaşıyor günümüzde. Hayatın içinden geçtiği kıyıları, insanca ve gönüllere değerek sahici kılan bir bakışı var “haber”e Nihayet’in. Orada annelerinizden, ninelerinizden kokular bulacağınız gibi, hayatın çarpan kalbinden, henüz okunmamış kitaplardan, şifreleri henüz çözülmemiş reklam afişlerine, paylaşılmamış yaşam öykülerinden ağaçlara, alın terine, gayrete, iyiliğe güzelliğe kadar uzanan içten bir çağrıyı bulacaksınız... Yolu açık olsun...