Ben de “barış” isteyen hemen herkes gibi, Abdullah Öcalan’ın tarihi Newroz mesajını memnuniyetle karşıladım. Bu mesajla birlikte hem milleti otuz yıldır kanatan çatışmanın bitmesi, hem de bunun ülke bütünlüğü korunarak sağlanması umudu belirdi çünkü.
Öcalan’ın Kürt sorununun niteliğine ilişkin teşhisleri de benim açımdan sevindiriciydi. Türkler ve Kürtler arasında “İslam bayrağı altında” bin yıldır süren kardeşliği, Osmanlı tecrübesini, Çanakkale ve Milli Mücadele ruhunu hatırlatması yerindeydi. PKK lideri, sorunun “90 yıldır” yapılan yanlışlardan doğduğunu söylemekle, temel sorunun Kemalist paradigma olduğunu da ifade etmiş oldu.
Öcalan’ın bu yeni söyleminde “ne kadar samimi olduğu” tartışılabilir elbette. (Biz bu “samimiyet” tartışmalarını ve dudak bükmelerini hep çok severiz zaten.) Ancak bence çok mühim değildir bu. Mühim olan, Öcalan’ın ne dediği ve bunun PKK dünyasında ne kadar kabul gördüğüdür ki, her iki açıdan da epey müspet duruyor tablo.
Hükümetin hakkı hükümete
Gelinen nokta, geçtiğimiz iki yılda AK Parti’yi “militarist” ve hatta “faşist” ilan eden Kürt milliyetçilerinin ve Türk solcularının fena halde yanıldığının da resmidir.
Bilhassa Türk solcularının önemli bir bölümü, AK Parti’nin muhafazakâr kimliğine ve “sağcılığına” duydukları kültürel alerjiden olacak, hükümetin “barış” getiremeyeceğine çoktan ikna olmuş, hatta Yeni Türkiye’yi “12 Eylül’den beter” sayacak kadar uçmuşlardı.
Aralarından bazıları umutlarını “Yeni CHP”ye de bağlamıştı ki, CHP’nin şu sıralar sergilediği içler acısı tutum karşısında biraz kendilerine gelmişlerdir umarım.
Gerçekte hükümet bu işi iyi yönetti, yönetiyor ve tebrik edilmeyi de hak ediyor. Şimdi daha net anlıyoruz ki, 2009’daki ilk “açılım”ın çökmesi üzerine artık bu iş bitti deyip “militarizm”e kapılmamış, PKK şiddetine mukabele ederken müzakere kapısını hiç kapatmamışlar.
Osmanlı’nın bayrağı
Gelelim başlıktaki soruya: Öcalan’ın mesajı güzel, Diyarbakır’daki meydan iyiydi de, niçin ortada hiç Türk bayrağı yoktu?
Çoğu Türk’ün sorduğu bu soru önemsiz değil. Çünkü yola Kürtlerle birlikte devam edeceksek, onların da ülkenin bayrağını ve milli marşını benimsediklerini görmek haklı bir beklentidir.
Ancak sanırım bu benimseme bir günde değil de bir “süreç” sonucunda gerçekleşecek.
Çünkü, açık konuşalım, devletin asimilasyon, inkar ve aşağılama politikaları yüzünden, ay-yıldızlı ay bayrak, çoğu Kürd’ün gözünde ötekileşmiştir. Kendilerine zulüm edenlerin sembolü gibi gözükmüştür.
Şimdi ise bu 90 yıllık tahribatı tamir etme zamanı ve bu işte her iki tarafa da önemli görevler düşüyor.
Türk milliyetçileri, bayrağı Kürtlere ve barışa karşı sallama yanlışına düşmemeli, bu şekilde “bölücülük” yapmamalılar. (Kemalistlerin “Cumhuriyet mitingleri” sırasında muhafazakarlara karşı bayrak sallarken yaptıkları gibi.) Dahası tüm Türkler de, Kürt kimliğinin ifadesi olan yeşil-sarı-kırmızı renklere ısınmalı, saygı göstermeliler.
Kürtler ise hatırlamalılar ki, ay-yıldızlı al bayrak aslen “Osmanlı bayrağı”dır. Nice Kürt evladı da bu bayrak altında savaşmış ve şehit düşmüştür.
Bu gerçeğe, yıllar önce yazdığım “Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek” adlı kitabımın en son cümlesinde işaret ederek şöyle demiştim:
“Sırf aynı ‘hilal uğruna’ Çanakkale’de, Sarıkamış’ta veya Dumlupınar’da yan yana toprağa düşmüş yüz binlerce kardeş Türk ve Kürt şehidin hatırasına bakmak bile, bize ‘çözüm’ için yeterli esini ve işareti verecektir.”
Bugün bu esine her zamankinden daha yakınız. Hepimize hayırlı olsun.