Tam anlamıyla bir güvensizlik bombardımanı altındayız. Kafası kesilerek surlardan aşağı fırlatılan kızın hikayesi, köyünde ailesi tarafından yok edilen kız çocuğunun haberi, ırzına geçilen bebeğin öyküsü ile her seferinde bir kez daha bıçaklanırken, hem de kalbimizden, ruhumuzdan, gözümüzden, kulağımızdan bıçaklanırken, şimdi de 'yenidoğan bebek' çetesi peydah oldu... Çocukları özel hastanelerin yoğun bakımlarına havale ederek onlar üzerinden para kazanan, onların ölümünü planlayıp, hazırlayan bir ekip. Allah'ın cezası bir grup mahluk...
Arka planda ise; trafikte birbirini kurşunlayanlar, komşu kavgaları, ette, yağda, peynirde sahtekarlıklar, uyuşturucu bağımlılığının artması, yalnızlıklarla dolu ünlü cenazeleri derken...
Seyrettiğimiz toplum fotoğrafı, paramparça! Kopartılmış, un ufak edilmiş bir sosyal fotoğraf.
Devleti yönetenlerin bu paramparça fotoğraf üzerinde çok ciddi şekilde düşünmesi gerekmiyor mu? Düşünmeyi çoktan aşmış facia çapında olaylarla karşı karşıyayız. Ne gibi önlemler alınıyor, bunu duymak hepimizin hakkı... Her ne hikmetse sosyal çözülmeler bir türlü siyasetin ana gündemine giremiyor. Çünkü hükümet alt ve üst yapı mühendisliğini dolayısıyla hizmet politikasını tüm gücüyle işletiyor. Muhalefet ise hayat pahalılığı üzerinden tek sesli bir eleştiri manzumesi deklare etmekte... Dolayısıyla siyasetin iki temel dinamiği olan mühendislik ve ekonomi dışında, sosyal çözülmeler ana gündem içine bir türlü giremiyor. Bu gibi konular sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın işiymiş gibi addediliyor...
Oysa; işlenmiş her suç topluma sorulmuş bir sorudur.
Bunları sadece bir kısım insana yükleyerek değil, hep birlikte çözmekle mükellefiz. Sadece İçişleri Bakanlığı'nın, sadece Adalet Bakanlığı'nın görevleri de değil, işlenen suçlarla mücadele etmek... Milli Eğitim Bakanlığı'nın, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın, Kültür Bakanlığı'nın bile bu toplumsal çöküşle ilgili olarak düşünmeleri, çözümler hakkında fikirleri olabilmeli... Diyeceğim o ki; suçlarla mücadele etmek için, çok disiplinli bir genel politikamız olabilmeli.
Caydırıcı cezai sistemin yanı sıra, insanları suç işlemeye sevk eden sebepler, teşvik eden ortam ve unsurlar dikkatle incelenmeli ve adeta insanın bizatihi kendisini, insanı ve insanlığı müdafaa edecek bir önlemler sistemi kurulmalı...
Kimsenin 'benim çocuğumun başına gelmez' deme lüksü kalmadı artık. Zengini- fakiri, muhafazakarı- moderni, şehirlisi- köylüsü aynı sosyal kırılmalar fırtınası içindeyiz. Bu yüzden meseleyi, benim de meselem diyerek sahiplenmek zorundayız. Uyuşturucu ve bağımlılık, sosyal medya zorbalığı, gençlik çeteleri, trafik magandaları, sapkın kapalı gettolar gençlerimizi ağlarına düşürüyorlar... Sinirler o kadar gergin ki, insanlarımız her an her yerde patlamaya hazır bomba misali...
Niçin böyleyiz?
Tüm bu karamsar tabloların neticesinde güvensizliğin esas olduğu bir bakış açısı türüyor kendiliğinden. Çocuğunuz için gittiği okuldan, öğretmeninden, arkadaşlarından başlayarak güvensizlik çemberi kalınlaşıyor. Çocuklar büyüdükçe, akrabalardan, komşulardan ürkmeye başlıyorsunuz... Kimse kimseye güvenmiyor. Kimse kimseye kapısını açmıyor. Derken çok sert bir bireyselleşme başlıyor. Aslında bireyselleşeme de değil daha çok tekilleşme diyebileceğimiz, yalıtılmış bir kuşku sürecine giriyor insan... Yabancılaşma, yalnızlaşma derken yalıtılmış, soyutlaşmış bir insanlık...
Acilen psikiyatristlerin, sosyologların, yargı insanlarının, akademinin, ilk ve orta öğretim hocalarının oluşturacağı şuralarla bu mesele 'niçin tahammülsüz bir şiddet ve suç toplumuna dönüştüğümüz' meselesi enine boyuna araştırılmalı... Hep birlikte alacağımız önlemler muhakkak olmalı!