İki yıl kadar cezaevinde kalan eski Genelkurmay başkanı Org. (e) İlker Başbuğ ilginç açıklamalarıyla gündeme geliyor. En son Milliyet’te “Mevzide ateist yoktur” başlığıyla manşetleştirilen bir açıklaması vardı ve ilginçti. Cezaevi günlerini önemli konular üzerinde düşünerek değerlendirdiği belli İlker Paşa’nın...
Sevindim doğrusu...
Fikret Bilâ’nın imzasını taşıyan mülâkattaki ara-başlığı ‘din konusu’ olan bölümde aktarılan görüşler sizin de ilginizi çekecektir: “Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu; dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK’ya yöneltilen en haksız eleştiridir. Türk ordusunu bu şekilde suçlamak kabul edilemez, bizler bu ocağın içinde büyüdük, yaşadık.”
Çok beğendiği ve sık tekrarladığı sözmüş “Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur” cümlesi... Cephede herkes dua edermiş çünkü...
Herhalde sizlerin de, benim gibi, on yıl kadar önce, Aralık 2005’te, Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin düzenlediği, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Edip Başer, Şener Eruygur ve Özden Örnek gibi orgeneral rütbeli emekli subayların da katılanlar arasında yer aldığı bir etkinlikte, derneğin başkanı Tümg. (e) Rıza Küçükoğlu’nun sarf ettiği cümle aklına gelmiştir...
“Orduyu tarif ederken ‘Peygamber ordusu’ tanımını kabul etmiyoruz” cümlesi...
Dinleyiciler ses çıkartmamıştı bu inkâra; Genelkurmay’dan da bir düzeltme gelmedi. Org. Başbuğ o sırada İstanbul’daki 1. Ordu’nun komutanıydı.
Zihinlerde ordumuzla ilgili yalan-yanlış değerlendirmelere biraz da bu türden yakıştırmalar sebep olmamış mıdır?
Neyse...
Yıllar sonra İlker Başbuğ’dan gelen düzeltmeyi önemsiyorum.
İlker Paşa“Hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı” da demiş...
Okuyalım: “Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başta çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü.”
Merak bu ya... Orduevlerinde yapılan nişan ve düğün törenlerinde komutanların başörtülü anneleriyle sakallı babaları artık kapıdan döndürülmüyor mu acaba?
Söylediklerini okuyunca, İlker Başbuğ’un cezaevi sonrası iltifat görmeye başladığı çevreler tarafından eskisi kadar hoş karşılanmayabileceğini düşünmeye başladım.
Nitekim, Milliyet’te yayımlanan Bağbuğ mülâkatına ilk tepki yine aynı gazetenin bir yazarından geldi. Başbuğ silâh altına alınan milyonlarca askerin inancı adına bu şekilde konuşamazmış. Neden? Çünkü bu sözleriyle ‘Sünni Müslüman’ olmayanları, özellikle inançsızları dışlıyormuş... “Bu, kelimenin en hafifiyle kabul edilemez” diyor yazar...
İyi de, İlker Başbuğ ateistleri dışlamıyor ki, tam tersine, “Mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder” diyerek kendisini ‘ateist’ olarak tanımlayanlarla ilgili bir gözlemini aktarıyor... Ateistler bile cephede dua ediyorlarmış...
Şahsen benim de benzer bir gözlemim var. Yıllar önce, Şanlıurfa Havaalanı’nın açılış töreninden dönerken, uçakta yaşanan bir olağanüstülükte, dışarıdan bakıldığında dine karşı ilgisiz sanılabilecek meslektaşlar dahil herkesin, yüksek sesle ‘Kelime-i Şehadet’ getirdiklerine tanık olmuştum...
Doğal değil mi?
Yazarımız “Üzerine bir de ‘milli ordu’ vurgusu yapıyor!” diye parmak da sallıyor İlker Başbuğ’a...
Oysa —ABD’deki dahil— ordular ‘milli’ olmakla övünür...
Cezaevi sonrası günleri de öğretici olacağa benziyor İlker Paşa için...