İlk söylediğimi şimdi bir kez daha söyleyeyim. “İmralı tutanakları” başlığıyla yayınlanan bilgiler haberdir haber olmasına ama bir gazetenin her önemli olayda göstermesi gereken edisyon titizliğinden mahrum olduğu için baştan ayağa sorunlu bir haberdir. Gerçek durumu yansıtmadığı için sorunlu ve hepsinden önemlisi bazı isimlerin açıkça hedef gösterilmesine yol açtığı için de risklidir.
Gerçek durumun; yani Öcalan’ın pozisyonunun yazdığı mektuplardaki gibi olduğu bilindiği halde buna haberin sunumunda hiçbir şekilde değinilmemesi de haberi ister istemez çözüm sürecine karşı bir materyale dönüştürüyor.
İyi gazetecilik için
Böyle bir haberi, edisyon süzgecinden geçirmeden yayınlamak için gazete olmaya gerek yoktur, aynı gün kurulmuş bir internet sitesi de bunu yapabilirdi. Sözkonusu haberin temel gazetecilik ilkeleri açısından buna benzer dört-beş büyük eksikliği vardır. Bu kritik noktalar atlanmamış olsaydı, yapılan iş belki de herkesin arkasında durabileceği bir habercilik olacaktı. Oysa, siyasi açıdan lehlerine bir içeriği olmasına rağmen BDP’liler bile yayının arkasında duramamaktadır.
Mesleki açıdan durumu özetleyecek olursak... Gazete, eksik de olsa haberin şehvetiyle, çözümün şerefi arasında bir tercihle karşı karşıya kalmış -ki bizim meslekte bazen böylesi zor durumlar olur - ve tercihini o eksik haberden yana yapmıştır.
Ne yazık ki ikisi birden olmuyor. Dün stargazete.com’da harika bir analiz vardı: “Hem haberin şehveti, hem de çözümün şerefi; ikisi bir arada olmaz” diyordu. Çok doğru...
Bir noktayı da ekleyelim... Ekleyelim de kimse kimseye gazetecilik dersi vermeye kalkmasın.
Bu vak’ada da olduğu gibi gazetelerin eline zaman zaman belgeler geçer. İstisnasız bütün sansasyonel haberler gazetelere sızdırma yoluyla ulaştırılır. Yine bu vak’ada olduğu gibi sızdıranın da bir amacı vardır. Bir kişiyi, bir kurumu veya bir süreci hedef alır ya da destekler.
Tecrübeli bir yazı işleri ekibi bu niyeti sezer; belgelerin kime ve neye zarar vereceğini kime ve neye yarar sağlayacağını tartar, kararını öyle verir. Bu değerlendirmenin “tutanak haberi” öncesinde yapılmamış olması düşünülemez. Sorun biraz da burada...
Ergenekon belgeleri de vardı, unutmayalım
Bazen, bir belgeyi yayınlamak kadar, yayınlamamak ya da aynen yayınlamamak da gazeteciliktir. Örnek verelim... Türkiye gibi dört askeri darbe, sayısız darbe girişimi, onlarca andıç ve yüzlerce siyasal provokasyon eyleminin yaşandığı bir ülkede o dönemlere ait sayısız belge vardır. Ergenekon, Balyoz, andıç vs gibi büyük dava süreçlerinin başında bu belgeler gazetelerde yayınlanmıştır. Darbeye, andıça karşı olan gazeteler bu belgeleri yayınlarken, aynı belgeleri yayınlama imkanına sahip birçok “eski” ve “büyük gazete” görmezden gelmiştir. Bir sır değil... Darbecilere, andıçcılara, faili meçhulcülere karşı olan ve her biri büyük sansasyon doğuracak dört dörtlük haber belgeleri bilerek istenerek yayınlanmamıştır. Bunun da adı gazetecilikti!
O yüzden Öcalan’la üç vekilin yaptığı görüşmenin eksik ve tek yanlı olduğu belli olan tutanaklarını yayınlamayı olmazsa olmaz bir habercilik tavrı gibi sunmakta ısrar edenlerin bundan yavaşça sıyrılmalarını tavsiye ederim.
Zira, gazeteciliğin nasıl yapıldığını bilen çok kişi var artık bu ülkede...
Tarihin eli sadece Başbakan’ın değil medyanın da omzunda!
Tutanak hadisesi de gösterdi ki medyanın çok sesliliği ve yeni medya tecrübesi çok önemlidir... Merkez medyanın demokrat ve çözümcü kimliği hasarın büyümesini önlemiştir. Bir de eski merkezin hala medyada egemen olduğunu düşünsenize...
Merkez medya; yani, başta STAR, Yeni Şafak, Sabah, Zaman ve Türkiye gibi gazeteler Kürt meselesinde çözümün yanında tavırlarını sürdürerek, Paris cinayetinde olduğu gibi tutanak olayında da topluma madalyonun arkasını göstermişlerdir. Sözgelimi gerçeğin o sorunlu tutanaklarda değil Öcalan’ın muhataplarına gönderdiği mektuplarda olduğunu anlatmıştır.
Merkez medya bu tutarlılığı ve soğukkanlılığı göstermeseydi olacakları tasavvur etmek bile istemiyorum.
Bu olay hepimize, barış sürecinde kurşunun nereden sekeceğinin belli olmadığını hatırlattı.
Neyse ki bu ülkenin yeni medyası, darbelerden arınma sürecinde olduğu gibi; 367’de, parti kapatma davalarında, referandumda sistemin vesayetçilikten kurtulması süreçlerinde olduğu gibi bugün de ağırlığını demokrasiden ve çözümden yana koymuştur. Mesleğin temel kuralları çerçevesinde ve provokasyonlara da gelmeden.
Şimdi... Kanın durması ve yeterince geciktirilen geciken toplumsal barışın artık gelmesi için çözümün üzerine titrenmesi ve engellerle mücadele edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Tarihin elinin sadece Başbakan’ın ve hükümetin değil aynı zamanda medyanın da omzundadır.
Yarın Türkiye bu sorundan kurtulduğunda bugünlerin tarihi yazılacak bunu da unutmuyoruz.