Özeleştiri adı üstünde kendini eleştirmektir.
Peki içimizden birilerinin yaptığı şey bu mu?
Ne gezer!
Yaptıkları şu: Kendilerini pir ü pak göstermek.
Hiçbir başarısızlıkta kendilerine pay biçmemek.
Yenilgilerini veya başarısızlıklarını boyuna başkalarına fatura etmek.
Diyelim ki AK Parti oylarında kısmi bir düşüş mü yaşandı? Fırsatı ganimet bilip liderin söylemine, üslubuna ve yönetme tarzına eleştiri getirmek...
Oysa aynı liderin yönetme tarzı, söylemi ve üslubu dolayısıyla 17 yıldır partisini iktidarda tuttuğunu unutuyorlar. Zafer günlerinde kendilerine pay biçen bu beyler nedense en ufak bir ayak sürçmede suçu liderlerine atmakta pek bir mahirler! Ve bunun adına da özeleştiri derler. Sahaya inmezler, partileri için çalışmazlar lakin en ufak bir başarısızlıkta dillerini uzatmaya başlarlar. Bunun adına özeleştiri denmez, iç kırım derler. Bir partili, hele hele temsil makamındaki bir partili neyi nerede konuşacağını bilir. Her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini de bilir.
Bir partili gördüğü yanlışlıkları kendi partisinin iç platformlarında dile getirir.
Hazırladığı raporu liderine ve partisinin ilgili yetkililerine iletir.
Sonuçta liderinin/partisinin istişare neticesinde ilan ettiği siyasaları kendi siyasaları olarak benimseyip yoluna devam eder.
Bir partili; bir gazeteci, bir yazar ve bir aydın gibi ağzına geleni uluorta söyleme hakkına sahip değildir. Bir partide siyaset yapmaya başladığınız andan itibaren peşinen bunu kabul etmiş olursunuz.
Başka türlüsü başıbozukluk anlamına gelir.
***
Şimdi tarihi bir seçim arifesindeyiz. PKK’sından FETÖ’süne bilumum terör örgütlerinin, topyekûn eski Türkiye artıklarının ve dışarıda Yunanistan’dan ABD ve Avrupa başkentlerine varıncaya kadar cümle malum güç odaklarının “Erdoğan’ı devirmek!” için arkasında hizalandıkları bir proje adam var karşımızda. Bir yanda Türkiye’yi dışarıdan kuşatmaya çalışıyorlar. Kuşatmanın ötesinde Türkiye’ye çökmeye, Türkiye’yi çökertmeye çalışıyorlar. Suriye’nin Kuzeyinde fiili bir terör devleti kurmuş durumdalar.
Türkiye’nin kendi güvenliği için oraya müdahalesini kendilerine yönelmiş bir tehdit olarak göreceğini ilan etmiş bir ABD var. ABD, aleni bir biçimde Erdoğan Türkiye’sini sadece ekonomik açıdan değil her türlü tehdit etmekten kaçınmıyor. S-400 füzelerini iki hafta içinde almaktan vazgeçmezse Türkiye’ye çok ağır yaptırımlar uygulayacağını bizzat ABD Başkanının en yakın adamları söylüyor.
Doğu Akdeniz’de Türkiye o üst aklın başını çektiği küresel ve bölgesel hain güçler tarafından kuşatılmış durumda. Körfezin suyu da tıpkı Doğu Akdeniz’in suyu gibi fena halde ısınmış halde.
ABD’nin hedefinde görünürde İran ve gerçekte Türkiye var.
Yalnızca Suriye’nin Kuzeyinden değil Irak’ın Kuzeyinden de iplerini ellerinde tuttukları PKK’yı Türkiye’ye karşı aktif hale getirmiş bulunuyorlar. Tam da bu kritik hengâmede Türkiye’nin siyasetini CHP’nin İstanbul adayı üzerinden kontrolleri altına almaya çalışıyorlar. Bir bakıyorsunuz içimizden birileri kalkıp liderimizin gündeme taşıdığı “beka meselesi”ne laf dokunduruyor. Ne yani Türkiye’nin “beka sorunu” yok mu?
Özeleştiri mi yapmak istiyorsun? Önce kendinden başlayacaksın. Kimse Kürtler üzerinden Cumhur ittifakını ve Reis’in söylemlerini kaybettirici bir faktör olarak gösterip AK Parti tabanında zihin bulanıklığı üretmesin. Karşıt cephenin Reis’i tartışma konusu yapmak için uydurup tedavüle soktuğu iddiaları sanki bir gerçekmiş gibi iç piyasamıza sürmek, iyi niyetten bağımsız ciddi bir siyasi hatadır.
Her seçim bir tür siyasi harptir. Bu kritik aşamada birilerinin “doğrucu Davut!” rolünde özeleştiri kisvesine bürünmüş eleştiriler getirmesi siyaseten doğru değildir. Gün ne eleştiri günüdür ne de özeleştiri günü. Gün liderimizin arkasında sadakatle durma günüdür.
En önemlisi de liderimizin şahsında hareketimizi bitirmeye ve ülkemizi vesayet altına almaya çalışan şer ittifaklara karşı imanla ve aşkla mücadele etme günüdür.