Devaya gelmeden önce derde bakalım...
Sonra deva için bir çift kelam ederiz...
Meraklıları için...
Bir küçücük virüs...
Gözle görülmeyen...
Nasıl da bütün bir yeryüzünü teslim aldı...
Kendini yeryüzünün Tanrısı gibi gören liderlere ve güçlere diz çöktüren minnacık bir virüs işte...
Nerede o kibirliler...
Burnundan kıl aldırmayanlar...
Allah’ın gariban kullarına tepeden bakanlar...
Yeryüzünün sınırlarını değiştirenler...
Askeri güçleriyle herkesi hizaya getireceğine inananlar...
Kendini kadir-i mutlak görenler...
Dünyanın güvenliğinden kendini sorumlu görenler...
Hani neredeler ne yapabiliyorlar minnacık bir virüs karşısında?
Virüs sınır tanımadı.
Dünyanın bir virüs karşısında güvenlikli olmadığı görüldü.
O anlı-şanlı dünya liderleri kendi canlarının derdine düştüler.
Ne kadar acizmişler meğer!
Hepimiz ne kadar da acizmişiz oysa!
Hepimizin gücü minnacık bir virüs karşısında bir hiç hükmünde işte!
“Küreselleşme” edebiyatı yapan ultra-modernistler...
“Küresel köy”e dönüştürdükleri dünyayı meğer aynı zamanda nasıl bir “güvenliksiz alan”a dönüştürdüklerini de göstermiş oldular...
Hepsinin sistemleri çöktü bir anda...
Minnacık bir virüs demek ki küresel sistemi çökertebiliyor...
Ülkelerin ekonomilerini kemirebiliyor...
En acımasız terör örgütlerinin saldığı korkudan daha fazlasını yayabiliyormuş...
Baksanıza insanlar mecbur olmadıkça dışarı çıkmaya cesaret edemiyorlar...
İnsanlar hapşırsa yanı başındakiler korkudan kaçışıyorlar...
Mevsimsel nezle bile yanınızdan uzaklaşılması için yeter sebep sayılabiliyor...
Az biraz ateşiniz çıktıysa ve kazara öksürdüyseniz ev halkı bile korkuyla ve telaşla kaçışıyor...
Böyle bir psikolojinin izahı yok...
Yeryüzünün Tanrıları olarak kendilerini gören liderler çaresiz...
Ülkeler korku ve panik içinde...
Meğer hepimiz ne aciz kullarmışız da unutmuşuz kendi gerçekliğimizi...
Sahip olduğumuz makamlar ve unvanlar bizi öyle bir kibre savurmuş ki bu vesileyle acziyetimizin farkına varmış olduk...
Bu da bir imtihan...
İbret almak gerek...
Bir abdi aciz olduğumuzu unutmamak gerek...
Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkan minnacık bir virüs kendini şehinşah görenlerin cüssesini yere devirebiliyor işte...
Ölümü unutmamak lazım...
Ölümlü aciz kullar olduğumuzu da...
Biz ölümü unuttuk dostlar...
Oysa ölüm gerçekliği bizim kendimizi unutmamamız için ne kadar da elzem...
Daha çok kazanma hırsı...
Açgözlülük...
Yeryüzüne hükmetme güdüsü...
Hiçbir sınır ve kutsal tanımadan yeryüzünü bir avuç seçkinin hegemonya alanına dönüştürme arzusu...
“Global köy”ün tek ağası olma tutkusu...
Yeryüzünün yakasından düşün artık...
Demek ki bir virüsle bütün saltanatınız yerle bir edilebiliyormuş...
Bundan ders çıkarmak lazım...
Çıkarılmazsa dünyanın güvenliği de yeryüzündekilerin varlığı da daha ciddi tehdit altına girer...
Bu virüs olayı bize gösterdi ki dünya sanıldığı kadar güvenli değil.
Demek ki imal edilecek başka tehlikeli biyolojik silahlar veya laboratuvarda üretilecek başka virüsler marifetiyle yeryüzü cehenneme dönüştürülebilir.
Rabbim muhafaza buyursun...
Korkuya ve paniğe kapılırsak psikolojik olarak çökeriz...
O psikolojinin bağışıklık sistemimizi çökertmesine izin vermeyelim...
Tedbire devam, takdire rıza...
DEVA NEDİR?
Davası olmayanın DEVA’sı olmaz.
Tek derdi şahsi ikbal olanların derdine DEVA bulunmaz.
DEVA bizde diyenler hangi derde deva olacaklarını açık seçik söylemelidirler.
Demokrasi, hak, hukuk, özgürlük, Kürt sorununa çözüm...
Bunlar soyut şeyler…
Beylik laflar...
Bunu herkes söylüyor zaten...
Kemal Kılıçdaroğlu da söylüyor Pensilvanya’daki İblis de...
Sen nasıl çözeceğini tek tek çıkıp açıklamayacaksan sadece yeni bir dert olarak belirirsin...
Söz gelimi “Kürt sorununa çözüm” lafını ele alalım...
Hadi şu soruların cevabını ver de sende DEVA olduğuna inanalım...
Bir: Kürt sorunu dediğin nedir? Önce tanım getir.
İki: AK Parti iktidarının yapıp ettiklerinden gayrı ne yapacaksın, hangi adımı atacaksın ki sorunu çözmüş olacaksın? Kürt kardeşlerimizin bugün hangi hakları eksik ki onu vereceksin?
Üç: PKK ile masaya mı oturacaksın? Daha önce devlet çözüm sürecini denedi. Sonuç ortada. Tekrar aynı masayı mı kuracaksınız yoksa bilmediğimiz başka seçenekleriniz mi var silah sorununu çözmek için?
Dört: Suriye’nin kuzeyinde ABD patronluğunda bir PKK devletçiği kurduruldu. Bu fiili durumu kabul mü edeceksiniz? PYD-YPG güçleriyle diyalog ve uzlaşma yoluna mı gideceksiniz? Yoksa o oluşumu ülke için bir tehdit unsuru olarak görüp mücadele mi edeceksiniz? Mücadele edecekseniz önerdiğiniz yol nedir?
Şimdilik bu kadar...
DEVA’nız varsa sunun görelim...