28 Şubat darbesinin tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü, cuntadan brifing alan yargı mensuplarının Müslüman Anadolu evlatlarına ‘irticacı’ yaftasını takarak en ağır cezaları kestiği 1998 senesi. 28 Şubat cuntası bir yandan bizlere olmadık işkenceler yapıp üzerimize suçları yıkarken, diğer yandan da ülkeyi soyuyordu. Hortumlanan bankalar, ekonomik dalaverelerle halkın cebindeki son kuruşu da çalma teşebbüsleri… Yolsuzluk almış başını gitmiş, işsizlik tavan yapmış, vatandaş, köyden annesinin yollayacağı bulgura muhtaç hâle gelmiş… Ama olsun, 10. Yıl Marşı’yla Laiklik kurtarılıyor!
Laikliği kurtarma adına yapılan darbenin ülkeyi soktuğu karanlık dehlizde, dönemin Yargıtay 1. Başkanı Mehmet Uygun’un ülkedeki adaletin perişanlığını anlatan şu sözleri yankılandı: “Tam bağımsız ve yargıçları tam güvenceli bir yargımız var mıdır?... HAYIR YOKTUR!... Yargı organımıza işlevlerini etkisiz yerine getirebilme olanakları tanınmış mıdır?... HAYIR - TANINMAMIŞTIR!....”
Aslında Sayın Daire Başkanı’nın sözleri bizler için mâlûmu îlâmdı. Askerî kışlada brifing alanların hukuku nasıl çiğnediklerini hakka’l yakîn yaşamıştık ama suyun başında bulunan isimlerden birinin akan suyun foseptik içerdiğini söylemesi halk için karîne oldu.
Mezkûr sözleri 1998-1999 Yargı açılışındaki konuşmasında dile getiren Sayın Uygun hâkimlerin vicdanla cüzdan arasında sıkıştığını da söyleyecekti: “Anayasalarımızdaki; aylık ve ödeneklerimizin bağımsızlık ve güvence ilkelerine göre AYRI KANUNLA düzenleneceği hükümlerine rağmen, Yasama, konuyu bugüne kadar gündeme bile getirmemiş, böylece; ANAYASA HÜKÜMLERİ İHMAL EDİLEGELMİŞTİR. Bunun sonucu olarak da; çok üzülerek söylüyorum ki, hak dağıtma görevlisi hakim, maişet hakkını vermeyenlere karşı, hak arayan durumuna düşürülmüştür. Bilinmelidir ki; vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışan hakimin kararının tam ve en sağlıklı olacağını düşünmek, insan aklına ve doğasına ters düşer. Yargının gereksinimlerini yerine getirmeyip onu sarsanlar; altında her şeyin kalacağı adalet çatısının çöküşünün, devletin görüşünün, tek sorumlusu olacaklarını bilmelidirler. Bunun hesabını tarihe, insanlığa ve vicdanlarına asla veremezler....”
Sayın Uygun, maaş düzenlemesi yapılmadığı için hâkimlerin vicdanı ile cüzdanı arasında sıkıştığını söylemesi pek bir alâka toplamıştı. Ertesi gün manşetleri Sayın Başkan’ın sözleriyle atılmıştı. Elbette Sayın Başkan hâkimlerin askerî brifing ile adalet veya bağnaz ideolojiyle hukuk arasında sıkıştığını söylemeyecekti. Kendisi de aynı ideolojik bağnazlığın içerisinde debelenip duruyordu.
Maaş derdine düşen Sayın Daire Başkanı, İnkılap Kanunları’na aykırı davrananlara sadece para cezası verilmesini anayasaya aykırı buluyordu: “Anayasamızın İNKILAP KANUNLARI dediği, rejim açısından önlemleri nedeniyle Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen ŞAPKA - TÜRK HARFLERİ - GİYİLMESİ YASAK KİSVELER’e ilişkin suçlar, ÖNÖDEME KAPSAMINA ALINMAKTADIR. YANİ; BUGÜN İÇİN 20.900.000 LİRAYI ÖDEYEN KİMSE, BU SUÇLARDAN KAÇINI, KAÇ DEFA İŞLERSE İŞLESİN, HAKKINDA DAVA AÇILAMAYAC AK, CUMHURİYET SAVCILARI HEP TAKİPSİZLİK KARARLARI VERMEK ZORUNDA KALACAKLARDIR. Anayasamızın başlangıç hükümleriyle ve Atatürk devrimlerinin korunması göreviyle, böyle bir yasa hükmü kesin bağdaştırılamaz.” İşte, hâlâ zindanlarda süren 28 Şubat mahkûmiyetlerine sebep olanlar Sayın Uygun gibi ideolojik bağnazlıkla adalet sağladığını iddia eden yargı mensuplarıydı.
O dönemin yargısı askerî brifingle ile adalet veya bağnaz ideoloji ile hukuk arasında sıkışıp hukuksuz kararlar verdi, peki şimdi; günümüzde bu mağduriyetleri giderecek siyasiler, bürokratlar ve yargı mensupları adalet ile neyin arasında sıkışıyorlar da yapılması gerekeni, yani adaleti tesis etmiyorlar; cevabı bilen var mı!..