Türkiye’nin yeme-içme alanında bir dünya markası.
“Fast-food’da McDonald’s’ın şube sayısı kaç olursa onun bir fazlası” hedefiyle büyüyen bir zincir.
Simidi dünyaya tanıtan marka.
Tahmin edebileceğiniz üzere Simit Sarayı…
Simit Sarayı, New York’da şube açtığı zamanlar şirketin kurucularından Haluk Okutur’un telefonu çalıyor.
Telefondaki New York Belediye Başkanı.
“Size çok teşekkür ederim, Bay Okutur” diyor. “Sağladığınız istihdamdan ve şehrime yaptığınız yatırımdan dolayı.” diyor.
“Bu telefon numaram, yardımcı olabileceğim ne olursa beni bu numaradan arayabilirsiniz” diyor.
Bütün belediye personelinin, ne gerekiyorsa yardımlarına hazır olduğunu bildiriyor.
Telefonu kapatan Haluk Bey şaşkınlık içinde kalıyor. Gerçek miydi, rüya mıydı, şaka mıydı?
***
Bu arada hatırlatmakta fayda var,
New York dünyanın en kalabalık üçüncü şehri.
İstanbul aynı listede 15. Sırada.
Yani arayan dünyanın en büyük üçüncü şehrinin belediye başkanı.
Aradığı yatırımcının açtığı işletme ise 20-25 kişinin çalıştığı bir simit dükkanı.
İmkanımız olsa da, bu hikayeyi Türkiye’nin tüm il, ilçe ve büyükşehir belediye başkanlarına okutsak…
(Not: Haluk Okutur kendisini tanıtırken gururla, mutlulukla ‘Ben simitçiyim’ dediği için başlıkta “Simitçi” diye bahsettim)
***
Türkiye’de bazı şeyler bir türlü değişmiyor.
Kamu ile girişimci/yatırımcı/işadamı ilişkisi mesela.
Acilen değişmesi, alt kadroların üst kadrolarla aynı bakış açısıyla bakması gerekiyor.
Devletin üst kademesi, Cumhurbaşkanı, Başbakanı, ilgili bakanları bas bas bağırıyor ama iş alt kadrolara intikal edince yan çizmeler, ayak diretmeler başlıyor.
Özellikle belediyeler bir ruhsat almak, fabrika-atölye kurmak isteyen, hatta hepsinden geçtim işletmesinin önüne bir tabela koymak isteyen iş adamlarını bile uğraştırıyor.
Hatırlayın, 15 Temmuz’dan hemen sonra Cumhurbaşkanı da Başbakan da yatırımcılarla buluştu. Yatırımcı bu kadar önemli, bu kadar hayati iken kamu kurumlarında, belediyelerde alt kadrolara, yani işi yapacak olanlara inildikçe işler yavaşladıkça yavaşlıyor.
Kamu, iş adamına, yatırımcıya “bize mahkumsun, bize mecbursun” bakışından kurtulmalı, bu ülkede yatırım yapan, istihdam sağlayan, ihracat yapan herkesin işi kolaylaştırılmalı.
***
İşte iki kıyaslama, bir sanayici iş adamının serzenişlerinden aldığım notlar;
- İngiltere'de katma değer vergisi (KDV) alacağınız varsa 3 haftada size iade ediyor, KDV borcunuz varsa devlet 3 ayda bir alıyor. Bir de ek; Türkiye'de KDV alacağınız varsa onu zaten nakden alamıyorsunuz, içeride bir bakiye olarak sonraki aya devrediliyor. Küçük ama ne kadar önemli bir fark değil mi?
- Gümrüklerde ithalat yaparken Türkiye'de malı içeri sokmadan tüm vergilerini ödemeniz gerekirken İngiltere’de vergisini o ay sonuna kadar ödeme hakkı tanınıyor. Eğer mal ayın 15’inden sonra geldi ise de bir sonraki ayın sonuna kadar süre tanınıyor. Yani devlet “sen malını al, sat, paranı kazan, sonra vergini verirsin” diyor.
İş adamının, girişimcinin, üreticinin, ihracatçının önünü açmaktan, daha çok yatırım yapmaya teşvik etmekten başka çıkar yol yok. Aksi takdirde iş adamı soruyor; “Arazi toplamak, topraktan konut alıp bir süre sonra iki katına satmak yerine uğraşmak, üretmek, tasarlamak, ihracat yapmak niye?”
Bu sorunun cevabı oldukça acı, oldukça tatsız...
Ya bu soruya verecek doğru düzgün bir cevap bulacağız ya da bu sistemi değiştirip düzelteceğiz…