Duydum ki Sadakataşı Derneği Mescid-i Aksa’nın avlusunda iftar yemeği verecekmiş. Dedim ki “Bu yılki iftara ben de gideyim...”
Yola çıktık.
El Aksa’ya, Kudüs’e ulaşmak için mecburen Tel Aviv’e Ben Gurion Havaalanına uğramak zorundaydık. Öyle de yaptık. 9 kişiydik. 4’ümüz gazeteci. TRT’den iki arkadaş, Star’dan Halime Kökce ve ben... Diğerleri Sadakataşı’ndan, Memur-Sen’den arkadaşlar.
Uçaktan indik, pasaport kontrolüne gittik. Sorunsuz bir şekilde pasaporttan geçtik. Diğerlerini beklemeye başladık. Aramızda “İsrailliler hep böyle yapıyor, bazılarını birkaç saat alıkoyuyorlar. Herhalde biraz bekleyeceğiz” türünde konuşmalar geçti.
Beklememiz uzadıkça uzadı... Sıkıldık. Bir anda sivil birkaç kişi tepemize dikildi. Kimlik gösterip Halime Kökce ile beni apar topar pasaport kontrolüne geri götürdü.
Bir odaya tıktılar. Odada kafilemizdeki diğer arkadaşlar. Hemen cep telefonlarımızı aldılar. Soğuk... Çok soğuk bir oda... Kapısı yok ama kapı aralığında sivil polis bekliyor. Onlar bekliyor biz bekliyoruz. Sonunda tek tek ifadelerimizi almaya başladılar; arkada tuhaf küçük bir odada.
Bana “İngilizce konuş” dedi, “Yok” dedim... “Arapça konuş” dedi, “Türklerin Arapça konuştuğunu size kim söyledi” dedim.
“Tercüman istiyorum” dedim “Yok” dedi. “O halde ben Türkçe konuşacağım sen de ne halin varsa gör” dedim, Google Translate’i açıp, “Ben ne sorarsam, Yes veya No diyeceksin” yazdı. “Yok olmaz, yazdıklarına izahat gerekli ben her sorduğuna sadece Yes veya No demem” dedim. Bozuldu!
İlk sorusu “İsrail’de kimi tanıyorsun” oldu. “Netanyahu” dedim.
Şaşırdı!
Sonra, Telefonumdan bazı numaralar bulmuş. Bunlardan bir kaçı TİKA görevlilerine ait. “TİKA İsrail işgaline karşı bir örgüt müdür” diye sordu, “Hayır” dedim. Öfkelendi..!
“TİKA Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi kurumudur. Sadece Filistin’de değil tüm yakın-uzak coğrafyada takdirle karşılanan faaliyetleri var” dedim... Yüzü kızardı..!
“Neden geldin” dedi. “Biz Kudüs’ü severiz. Kudüs bizi” dedim. Anlamadı..!
“El Aksa sevdalısı bir Müslümanım. Aynı zamanda gazeteciyim. Daha Nisan’da yine buradaydım. Bakın bunlarda fotoğraflarım... Bu gördüğünüz de Türkiye’nin en önemli çağdaş şairlerinden Nuri Pakdil’dir” dedim. Afalladı!
“Cuma namazını Aksa’da kılmayı, akşam da Sadakataşı’nın vereceği iftar yemeğine katılıp sonra da Türkiye’ye dönmeyi düşündüğümü” söyledim. İrkildi!
“Bütün bunları yazacak mısın” dedi. “Elbette” dedim... Gerildi!
Sinirlerimi hoplatacağını umdu... Sinir oldu..!
“Tamam tamam çok uzattık” dedi...
Çıktım.
O ara iftar oldu. Bir şişe su ile orucumuzu açtık. Allah kabul etsin!
Soğuk odada bekleme faslı devam etti. Saatler geçti ve bir anda TRT ekibindekilere pasaportları verildi “siz serbestsiniz” denildi. Bize “Geri dönüyorsunuz. 10 yıl İsrail’e girişiniz yasaklandı” açıklaması yapıldı.
Halime Kökce, “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir gazeteciyim bize bunu yapamazsınız” dediğinde, çirkinleşti. Kelepçesini çıkarıp üzerine yürüdü. Araya girdiğimde “Burası büyük İsrail” diye bağırıyordu...
Bizi gönderecekler tamam. Bizi istemiyorlar, tamam. Peki geri gidecek olan bizlerin valizlerini tekrar tekrar açmak; üzerimizi tekrar tekrar aramak; olmadı tuhaf tuhaf aletlerden geçirmek neyin nesi?
Dedim ya sinirlerimizle oynamak istiyorlar. Ya sabır! Saatler saatleri kovaladı. Onlar sinirlendi biz sırıttık. Biz sırıttıkça onlar daha çok sinirlendi.
Nihayetinde gece saat 1 uçağına binmek üzere yolcu kabul bölümüne geçmek üzereyken yanımızda biri peydahlandı. Türkçe konuşuyor ve her vesile ile “Ağabey benim bir suçum yok” diyor. Öğrendik ki o da İsrail istihbaratındanmış. “Tercüman yok mu” dediğimiz saatin üzerinden 6 saat sonra evinden çağırmışlar. Klasik numara, işleri bitti ya “iyi polis, kötü polis” yanında da havaalanı sorumlusu tebessüm eden bir başka polis!
“Ağabey size yemek yedirelim, çay içelim” diyor Türkçe konuşan. Diğeri, “Bizdensiniz” diyor..
Höst!
“Sizin ne yemeğinizi yeriz, ne çayınızı içeriz” diyor Levent Uslu sert ifadelerle! Yok... Herif pişkin “Ağabey İstanbul’da benim ismimi söylemeyin benim bir suçum yok” diyor. Gülsek mi?
Nihayetinde THY’nin tarifeli uçağı ile ver elini memleket!
Deport hikayesinin özeti bu.
Bu tezgah Türkiye’depişirilmiş olmasın
Gelelim “Neden böyle oldu” sorusuna. Açıkçası bu sorunun cevabını Tuncay Opçin denen İsrail aşığı terbiyesizin attığı tiwit’lerde saklı. Diyor ki, “Terör işbirlikçisi bir hükümetin yandaşı olarak başka bir ülkeye giderseniz başınıza gelen için kimseyi suçlamayacaksınız.”
Diyor ki, “Yakında sadece İsrail’e değil, medeni hiçbir ülkeye giremeyeceksiniz. Size dünyada yer yok!”
Bu tiwit’leri okuyunca bizim başımıza gelenin kimlerin tezgahı olduğu konusunda kafanızda hala soru işareti var mı?
Benim yok!
Türkiye’yi terörizm ile ilişkilendirmek isteyenler kimler? Hükümeti bu konuda olmadık iftira ve yalanlarla uluslararası topluma şikayet edenler kimler?
Peki İsrail’e “Güney’deki sevdiğimiz ülke” diyenler... Ya da İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlara sessiz kalıp, “Tel Aviv’deki masum çocuklar için üzülen” kim?
Beni İsrail hiçbir meşru gerekçe gösteremeden sınır dışı etti!
Bu onların ayıbı.
Lakin o sınır dışı edilme hadisesinin Türkiye uzantılarının yaptıklarından sonra bu benim için onur vesilesidir!
Hamdolsun ki binlerce Filistinli’yi katleden, Filistin topraklarını işgal eden haydut İsrail devletine “One minute” diyenin yandaşıyım... İsrail’i “medeni” kabul edip, Türkiye’yi terörist ilan edenlerden beriyim..!
Son söz: Hamdolsun!