Çocuğu kendi hür iradeleri, kültürel birikimleri ve becerileri doğrultusunda ana-babası yetiştirir.
Devlete düşen, çocuğa günün bilimsel değerlerini öğretmek, öğrenme kabiliyetini artırmak, araştırmacı, merak eden, önüne her konulan fikre kapılmayıp tartışan, fikri hür, vicdanı hür insanlar olmasının yolunu açmaktır.
Çocuğumu hangi değerler ile yetiştireceğime, onu yaşama nasıl hazırlayacağıma siyaset/devlet karar veremez, ben karar veririm, o benim çocuğum, herhangi bir siyasi parti, ideolojik akım, cemaatin vs. değil.
Devlete vergimi veriyorum, çocuğum için güzel, temiz, depremde yıkılmayacak, fırtınada sel basmayacak, iyi öğretmenlerin bulunduğu bir okul vermek zorunda! Bu okulda, vatandaş olarak, devletle anlaşmamın metni olan anayasal zeminde eğitim görmeli.
Ne diyor anayasa, “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Anlaşma bu, yap okulu göndereyim çocuğumu, gerisine karışamazsın.
Bu işler denendi, başarısız oldu
Danıştay’ın aldığı kararla haftalardır süren “andımız” tartışmasını izliyorum, toplumun bütün kesimlerinden gelen fikirler, felaket!..
“Andımızı” Atatürkçülük sanan kesimle, ona karşı çıkan muhafazakar kesimin aslında aynı beyin kimyasına sahip olduklarını, tek ayrımın hedefler olduğunu gösteren tipik bir tartışma bu.
Devletin nesil yaratma politikalarına öteden beri karşı durdum.
Yere-göğe sığdırılamayan “Köy Enstitüleri”, “Sovyetik” bir deneydi. Şehir efsanelerinde belirtildiği gibi Menderes değil, 12 Temmuz 1947’de Türk-Amerikan İkili “ihanet” Anlaşması’nı imzalayan İnönü tarafından kapatılmışlardır. (İnönü, bu okulların kurucusu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u 1946’da görevden aldı, 1948’de genelge ile klasik liseye çevrildiler, sürekli suçlanan Menderes’in 1954’te bu okulları tekrar öğretmen lisesine dönüştürmesi de dikkat çekicidir.)
“İmam-Hatip Liseleri”nin kuruluşu 1949 tarihlidir ama esas olarak Menderes döneminde hız kazanan bir başka uygulamadır, esas olarak ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’den başlayıp Kazakistan üzerinden Çin’in Uygur bölgesine kadar uzanan “Yeşil Kuşak” stratejisinin ana zemini olarak planlandı.
(Fakat, tarih, Erbakan’ı bağrından çıkardı, anti-emperyalist, milli görüşçü kimliğiyle Türkiye’den çok Amerika’ya ılımlı İslam talebesi oluşturmak için kurulmuş okulların rotasını değiştirdi. Bugün yaşadıklarımız, Amerikan emperyalizminin İmam-Hatipliler’den umudu kesip, çareyi FETÖ okullarını ve dersaneleri yapılandırmakta bulduğunu, aradığı “zombi” muhafazakarı da –genel olarak, hepsini tabii ki töhmet altında bırakamam- oradan yetiştirdiğini gösteriyor. Bu ülkenin anti-emperyalist laik kesimi, Erdoğan’ın, FETÖ okullarını kapattıktan sonra neden İmam-Hatipleşmeye yöneldiğini çok iyi anlıyor ama kalıcı çözüm müdür, hayır, çünkü akışkan bir terör örgütünden söz ediyoruz, sızma kabiliyeti çok yüksek…)
Demokrasi… Önce beyinlerde…
Altını çizerek söylüyorum, “andımız” 30’lu yılların koşullarında ortaya çıkmış, devletin nesil yaratma kaygısıyla birleşmiş, temelde faşist bir uygulamadır.
Buna ırkçı kimlik taşıdığı ve Kürtler’i rahatsız ettiğini ileri sürerek karşı çıkan kesimin, darbeci Evren’in koyduğu, milyonlarca Alevi’nin yaşadığı bu ülkede Sünni zeminli zorunlu din dersi uygulamasına ses çıkarmaması ibretlik vakadır.
Bir de “Müslüman andı” diye bir felaket var ki, evlere şenlik. Müslüman’ın andı yoktur, “kelime-i şehadeti” vardır, ey hocalar, cemaat liderleri, neredesiniz, bu lafı benim gibi bir adamın mı söylemesi gerekiyor.
Toparlayalım. “Nesil yetiştirmek” terör örgütleriyle diktatörlüklerin işidir, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin tarifinde yoktur.
FETÖ’nün “Altın Nesli”ni gördük, hepsi, ABD emperyalizminin 1 Dolar’lık askeri çıktılar.
Çocuk yetiştirme hakkını ana-babanın elinden alırsanız, karşınıza Kuzey Kore gibi bir gariplik çıkar, bilin.
Bir de lütfen demokrasiyi içselleştirin. En ufak tartışmada fena savruluyorsunuz, hepiniz…