Yaşları biraz ileri olsa da, dünyanın sayılı yıldızları sıkça ve çokça Türkiye’de oynamaya başladı... Naklen yayın havuz geliri nedeniyle, ligimizde artık çok para dönüyor... Stadlarımız güzelleşti ve çoğaldı.. Ama bütün bunlara rağmen; (Avrupa kupa maçları açısından) futbolumuz, bunlara sahip olmadığımız yıllardaki durumuna düştü.
Beşiktaş, kendi saha ve seyircisi önünde rakibine boyun eğen bir teslimiyetçilikle oyuna başladı. Koca ilk yarıda, bırakın tehlikeli pozisyon yaratmayı, doğru dürüst atağımız bile oluşamazken; Sporting Lizbon neredeyse farkı kaçırıyordu. İnsan üzülüyor.
***
Biz niye dura dura oynarız? Neden hızlı atağa geçemeyiz? Geçmeye çalışsak, neden telaşa kapılırız? Takımın saha yayılışı diye bir şey yok. Top nereye herkes oraya... Planlı, projeli, hesaplı, kitaplı adam gibi bir takım oyunu gerçeği, niye bizden bu kadar uzaktır? Rakip kuralına göre, biz kafamıza göre oynuyoruz. Onu da yüzümüze-gözümüze bulaştırıyoruz.
İkinci yarıda benzer sıkıntıları yaşasak da, ilk kombine atağımızda Gökhan’la nihayet gole kavuştuk. Bunda, Oğuzhan Özyakup’un devreye girişi de etkili oldu.
Gol Beşiktaş’ın umudunu, temposunu ve heyecanını kamçıladı. Kendine güveni geldi. İlk yarıdaki sönük, aciz ve çaresiz görüntümüzden uzaklaştık. Bu iyi oynadığımız anlamına gelmesin. Sadece ezik görüntümüzden sıyrıldık. Sahanın mutlak hakimi olamadık. Bu anlarda bile pozisyon verdik.
Maçların bütünün aynı ciddiyette, aynı seviyede, aynı tutarlılıkta oynamayı öğrenene kadar; daha epey işimiz var. Beşiktaş yarınlara güven vermiyor.