Eğer vücûdunuzun herhangi bir uzvu ikide bir kendini hatırlatmıyorsa muhtemelen sıhhatlisiniz demekdir. Muhakkak değil muhtemelen, çünki kendini hissettirmeden başlayan ve ilerleyen hastalıklar da vardır ki en tehlikelilerin de bunlar olduğu söylenir. Farkedilmedikleri için tedâvî edilmezler de ondan.
Bu durum politika alanı için de vâriddir. Eğer, tıpkı hastalıklardaki gibi, umursamazlık edilmezse bir ülkedeki ârızalar da farkedilince düzeltilir. Bu bakımdan farkedememek en az umursamamak kadar tehlikeli ve ağır sonuçlara yol açıcı bir davranış, daha doğrusu davranmayış, davranamayış tarzıdır.
Bana öyle geliyor ki ülkemizin bugünki problemlerinden çoğu bu umursamazlık hatâsından kaynaklanıyor. Yâni “Amaaan, bize birşey olmaz!” cümlesiyle özetleyebileceğimiz, Şark’a mahsus ruh hâletinden ama hepsi değil. Çünki farketdiğimiz ve istesek düzeltebileceğimiz bir dizi hatânın bir türlü düzeltilemeyişi, esâsen, sorumlu mevkıyde bulunan kadroların onları kasden düzeltmek istemeyişinden ileri geliyor.
Düzeltmiyorlar, zîrâ o bozuk hâli işlerine geliyor.
Bunların başında askeriyenin geldiğini defâatle ve ayrıntılı gerekçeleriyle yazdım.
“Bu Ordu Muhârebe Edemez!” başlığı altında neredeyse tefrika ederek ve buna benzer başlıklarla birkaç kere daha bu konuya değindim. Gerçi bâzı okuyucularım bundan maalesef, benim “ordu düşmanlığı” yapdığım gibi beni yaralayıcı ve içimi karartıcı sonuçlar çıkarmakdan geri kalmadılar ama çoğunluk bunların endîşeden ileri gelen eleştiriler olduğunu çok iyi kavradığı için müsterîhim.
Bu vesîleyle askeriyemizin, her sene kendisi için harcanan deve yüküyle paralara rağmen neden bir türlü modern ve etkin bir konuma gelemediğini, onun bu içler acısı hâlinden tamâmen memnûn olanların kasdî tutumlarına bağladığımı da ekleyerek ikinci bir alana yönelmek istiyorum:
Millî Eğitim’in hâl-i pür-melâline!
Birkaç rakam vermek istiyorum:
Bizim o sanki çok benzemek istermiş gibi yapdığımız, ama için için ya sâhiden benzer de çalışmakdan cılkımız çıkarsa diye de benzememek için elimizden geleni ardımıza koymadığımız Batı Avrupa ülkelerinde bir ders yılı ortalama 220 ders gününden oluşur
Bizde 180 gündür ve onun da en az onbeşi yirmisi; yok kardı, kışdı, gripdi gibi pestenkerâne bahânelerle güme gider. Her seferinde bunların yıl sonunda telâfî edileceği söylenir ama edildiğini gören olmamışdır.
Bunun sonucu olarak bir Alman, Fransız vs. çocuğu yılda ortalama 1320 saat ders görürken bir Türk çocuğu ortalama 1080 saat ders görür ki araya giren grip vs. tâtilleriyle bu rakama bile hiç ulaşamaz.
Böylece bir Türk çocuğu, 12 yıllık ilk ve orta eğitimi sonunda Avrupalı bir çocukdan toplam olarak 3600 saat daha az ders görmüş olur ki bu henüz işin sâdece biçimsel yanı.
İçeriği anlatmaya yerim kalmadı; onu da bir başka sefere inşallah...