Söz vücut bulur derler. Kolayca zikretmek istemem ‘Nefret’ kelimesini. Ama hızla giden ve adeta salgın bir hastalık gibi yayılan bir kızgınlık var. Bunun sadece sosyal medyaya has bir durum olduğunu düşünerek kendimi soğutuyordum nicedir. Ama artık sokaklarda dahi görülüyor. İnsanlar tahammülsüz, birbirlerine çarparak yürüyor, metroda, tramvayda, metrobüste sanki bir Darwin deneyinin içinden geçiyoruz; genç ve güçlü olanlar diğerlerini ezip gidiyor. Hemen her gün, hekimlere feci halde saldıran hasta yakınları, kadınları veya çocukları veya kedileri döven kötü adamlar, park sorunu yüzünden trafikte birbirini bıçaklayanlar...
Medyada ‘3. sayfa haberi’ diyerek geçiştirdiğimiz bu olaylar, giderek tüm sayfaları hatta ruhumuzu ele geçirecek seviyeye geldi farkında mısınız?
Geçenlerde kar yağışıyla ilgili durumu haberleştirmek için iş başında olan genç bir gazeteci buzullaşmış bir uçurumdan yuvarlandı. Allah rahmet eylesin epey aranıp tarandıktan sonra naaşına ulaşıldı. Ama o süreçte sosyal medyada nefret kusan aktörler gerçekten hıyanet doluydu, çilden çıktık. Tanımadıkları halde genç bir muhabire ölüm coşkusu yağdırıyorlardı.
Sosyal medyada çok yaygın ve kolay haldeki bu kötücüllükten bizler de payımızı alıyoruz. Özellikle hapishanelerdeki kadın mahkumlar bahane edilerek en akla gelmeyecek tacizler, beddualar, küfürler... Doğrusunu isterseniz, bu hakaret düzeneğini kuranlar, hapishanelerdeki arkadaşlarını hiç düşünmüyorlar, hatta onların içeride tutuluşları dışarıdakileri mağduriyet söylemi üzerinden güçlü kılıyor. Mağduriyetin araçsallaştırıldığı bir durum söz konusu. Halbuki gerçekten sonuç almak isteseler, aklı selim bir dille dertlerini anlatırlar. Ama yok böyle bir izan. Bizleri nefretle kuşatan bu örgütlü hakaret çeteleri yüzünden, soru sormak bile gelmiyor içimizden.
Bir insan, tanımadığı bir başkası hakkında nasıl bu kadar kolayca ölüm, kötülük, cehennem isteyebilir? Hem de coşkulu bir püskürmeyle! Delilik gibi bir şey bu!
Muhafazakar veya mütedeyyin kesimdeki herkesin çok zengin olduğu farz ediliyor. Bu farzediş, bir adım sonra sosyal medyada, tüm inançlı kesimin AK Partili ve zengin olduğu şeklinde daha sert ve kesin bir öngörüye dönüşüyor. Ne acıdır ki 1930'lardan, 1970'lere kadar süren “solcular dışında herkes zengin birer asalaktır” ezberlerine geri dönüldü. Halbuki kendisini solcu sayan, manevi değerleri küçümseyen ve yerli olana hep mesafe koyan bu kesim, ne solcudur ne de zenginlik karşıtı! Ama tartıştığımız konu bu değil! Muhafazakar kesim denilen Anadolu insanının şeytanlaştırılması meselesi.
Dert yandığım bu toplumsal kopuş hadisesi, bizleri adeta dilsizliğe mahkum ediyor. Kesimlerin birbirleriyle konuşması, iletişim kurması giderek imkansız hale getiriyor. Açıkçası insanların birbirlerine karşı nefretleşmesi, ne siyasetin ne de ekonominin dikiz aynasında. Elbette güçsüz bir yerden konuştuğumu farkındayım.
Fakat bugün çok da farkında olmadığımız veya dikkate almadığımız küçük mevzular, yarın karşımıza ciddi toplumsal fay kırıkları, depremler halinde çıkabilir. Sosyal değişimler, fiziksel değişimler gibi değildir, yavaş yavaş tavına girerler. Sonra bir anda devasa ve aşılmaz bir cüsseyle karşımıza çıkarlar. Bilinçli olarak toplumumuza pompalanan, damarlarımıza zerk edilen bu nefret hastalığına dikkat çekmek istedim...