Yaşam tarzı meselesini hala tartışıyoruz. İnsan hayret ediyor, bu saçmalık neden son bulmuyor diye. Siyasetin ve toplumsal hayatın çok önemli meseleleri varken hala gündeme gelebiliyor, alıcı buluyor, önemini koruyor.
Neden buraya takılıp kaldık sorusuna cevap verebilmek için evvela Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluş kodlarına bakmak lazım. Kadınların çarşaflarından, erkeklerin serpuşlarından 'kurtarılması' üzerine şekillenen gardırop modernleşmesinin ülkenin âli menfaati olarak görüldüğü Batılılaşma serencamımıza bakmak lazım.
Batı aklının kendine doğru yönelttiği eleştiri niye bir türlü bizim Batıcılarımıza uğrayamadı; onu da soralım.
Aydınlanma aklı, aydınlanma aklını eleştirmeye başladı. Modernleşmeci teoriler, post modernite ile kendini revize etti. Dinin tedavülden kalkacağını iddia eden ortodoks pozitivistler fosilleşti. Din ve sekülerizmin yanyanalığı üzerine melez teoriler geliştirildi. Siyaset alanı, toplumsal-kültürel envai çeşit kimliğin tanınma alanına döndü ama bizdeki Batıcı-modern-laikçi bir kesim, keskin inançlarından milim şaşmadı.
***
Hala siyaseti ve toplumu gerici-ilerici, laik-dinci gibi arkaik karşıtlıklar üzerinden okuyan bu kesimde özellikle seçim öncesi dönemlerde bir agresifleşme, kendini tutamama, aşırı kaygı, terleme, sağa sola sataşma gibi semptomlar gözleniyor.
Darbe seçeneğinin ortadan kalkmasının, hastalığın görünür belirtilerini daha da ağırlaştırdığını söyleyebiliriz.
Yıllardır kader birliği yaptıkları CHP'nin, tek parti rejimi sona erdikten sonra -koalisyon yaptığı bir dönem dışında- iktidar yüzü görememiş olması da söz konusu kesimde ümitsizliğin beslediği bir nihilizm meydana getirmiş.
CHP'nin iktidar alternatifi olamaması yetmiyormuş gibi mezkur topluluğa mütemadiyen nefret yüklemesi ve her daim yalan haberlerle bu kesimi toplumun geneline karşı doldurması da öngörülemez patlamalara yol açıyor.
Toplumla uzlaşmak, dini ve geleneksel değerlerle barışmak yerine seçmenini taktik oy kullanmaya sevk ederek dini araçsallaştırması da kanımca bu kesimde ilave kaygı ve agresifleşmeye yol açıyor.
Menkıbe tadındaki aday tanıtım filmleri, CHP'lilerin bugüne kadar gericilik bellediği şeylerin CHP yönetimince taktik manevralarla kampanya ve adaylar üzerinde görünür olması, dindar kesime karşı bugüne değin hep nefret yüklenmiş bir kesimi bugün artık klinik vakaya dönüştürmüş durumda.
***
Malum, en kolay da başörtüsüne kusuyorlar nefretlerini. Işıl Özgentürk denen nasipsiz kadının yazdığı, Cumhuriyet paçavrasının yayınladığı nefret suçu içerikli yazı, aklın, izanın, haddin, makuliyetin, hakkaniyetin, insafın ve dahi insana dair tüm vasatın berhava olduğu bir duruma işaret ediyor.
Semavi dinlerin tamamında tevatür olarak bugüne kadar gelmiş olan bir hükmü, fahişeliğin sembolü olarak zikretmek bizzat kendini nefret nesnesi haline getirmektir. Kıt aklı bunu bile kesmiyor.
Sümerolog unvanını kullanınca söylediklerinin inandırıcı olacağını sanan Muazzez İlmiye Çığ isimli bir kadın etmişti bu lafı ilk. 28 Şubat döneminde de Fatih Altaylı "kevaşeler" diye nitelemişti başörtülü kadınları.
Bu ağır ifadelerin bir bedeli olmadı fakat. Olmadı ki bugün hala nefret kusabiliyorlar. Bedel ödemedikleri için hala başı açıklığı normal baş örtmeyi 'anormal' görüyorlar. Başörtüsü kullanımının önündeki tüm fiili ve yasal engeller kalmış olmasına rağmen küstahlıklarından, hadsizliklerinden hiçbir şey kaybetmeden başörtülülere "Arabistan'a gidin" diyebiliyorlar.
***
Önceden horladıkları, kapıcı dairesine layık gördükleri, "İstikrar senin neyine Vesayet" diyerek aşağıladıkları ama zaman zaman da acıdıkları başörtülülerden artık tümden nefret ediyorlar. Çünkü başörtülülerin kendileriyle göz hizasında olmasına tahammül edemiyorlar. Eskiden başörtülüler onlara ayrıcalıklı olduklarını hatırlatan bir simgeydi. Şimdi ise ayrıcalıklarının kalmadığını hatırlatıyor.
Eskiden eziksiyordular ama artık nefret ediyorlar.
Nefret en tehlikeli biyolojik silahtır oysa ve insanın kendi içine doğru patlar.