Terörizm dünyanın gelişmiş bölgelerinde yöntem değiştirmeye başladı. Geleneksel uygulamada halk kitlelerini, askeri konvoyları, toplu taşıma araçlarını, okul ya da otelleri hedef yapan eylemler, çok sayıda insanı öldürerek etki yaratırlar. Kitlesel eylemleri gerçekleştiren kişilerin kimlikleri öne çıkmaz; ölenler de ismen hatırlanmaz.
Bugün terör, tanımlı, bilinen, ismi, görevi ya da kişiliğiyle öne çıkan insan ya da insanları daha fazla hedef alıyor. Geçmişe oranla en büyük farklılık ise, teröristin arkasında bir hikayesi olacak biçimde tanımlı hale gelmesi. Terörist bizlerle aynı sokaklarda dolaşmış, aynı okullara gitmiş, aynı mahallede yaşamış adıyla sanıyla bilinen biri olarak tanıtılıyor.
Bu, gelişen medya olanaklarıyla toplum üzerinde daha fazla etki yaratma yöntemi. Öleni, arkasında bıraktığı acılı aileleriyle hafızamıza kazıdığımızda ve öldürenin de kimlik ve kişiliği hakkında fazlasıyla fikrimiz olduğunda, daha tedirgin, daha ürkek ve daha güvensiz olmamız kaçınılmaz. Gelişmiş toplumlarda “birey” öne çıkıyorsa, terörün de kitleleri değil bireyleri hedefe koyması, bireyleri etkilemeye yönelmesi ve bireysel eylemleri tercih etmesi normal sayılabilir.
Hedef devlet
Türkiye’de birer gün arayla yaşanan iki olay, birey öncelikli terör olarak tanımlanabilir. Ancak ortada bir sorun var; zira Türkiye henüz tam anlamıyla “birey”i önceleyen siyasal-toplumsal düzleme ulaşmış değil. Kim bilir belki tam da bu nedenle savcıyı şehit edenler Berkin ismi üzerinden bir çoğullaştırma çabasına girmişler, eylemi mezhep meselesine indirgemeyi denemişlerdir.
Eğer Türkiye’de mezhepler arasında çatışmaya varan bir gerginlik olsaydı, dernekler, kuruluşlar ya da örgütlü yapılar kitlesel anlamda çatışma tırmandırmış olsalardı, o zaman bu eylemin neden yapıldığını anlamak mümkün olabilirdi. Demek ki burada olmayanın oldurulması tehdidi söz konusu.
Bu durumda önce tehdidin muhatabını anlamak gerekir. Biri cumhuriyet savcısına diğeri emniyet müdürlüğüne yapılan iki saldırı olduğuna göre, esasen “devlet”in hedef alındığı söylenmeli. Demek ki Türkiye, son dönemlerde attığı bazı adımlarla birilerini fena kızdırmış.
Amaç küresel
Hedef devlet ise, o zaman eylemler Türkiye’nin dünyadaki pozisyonu ve dış politikasıyla ilgili uyarılar taşıyor denebilir. Hal böyle olunca da, terör kararının ülke dışından verildiğini düşünmek yanlış olmaz.
Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de Avrupa’daki bir ülke ya da bir ülke grubunun yatırım yaptığı, desteklediği bir kesim ya da örgüt ile olan bağını kesiyor; diğer bir ifadeyle birilerinin ayağına basıyor olabilir. Kim bilir belki o devletin varlığından memnuniyet duyduğu bu örgüt IŞİD bile olabilir.
Kabaca bakalım. IŞİD var oldukça, Esad’ın, dolayısıyla İran’ın ve hatta Şii eksenini destekleyen Rusya’nın hareket alanı genişliyor. IŞİD dağıtılır ve Suriye’de ondan kalacak boşluğu dolduracak “makul muhalefet” kurulur ise, bu tür örgütlere yatırım yapanların Ortadoğu’da muhatap bulma imkanları daralır. Bu sınırlamanın Yemen’de Arap koalisyonuyla, Irak ve Suriye’de de içinde Türkiye’nin yer aldığı bir başka koalisyonla yapıldığı ortada. O zaman hala İran ve Şii hattı ile Rusya ittifakını savunan, bu nedenle diğer ortaklarıyla gerilim yaşayan hangi Avrupa ülkeleri var diye sormak gerekir.
Seçenek çok değil, nereye bakılacağı ortada. Kim bilir belki olayların Cumhurbaşkanı’nın Doğu Avrupa gezisine denk gelmiş olması bile tesadüf değildir. Bize düşen ise, saflarımızı sıkılaştırmak ve araya başkalarının girmesine izin vermemek. Zira eylemler sürebilir ve içeride yaşayacağımız her yarılma, bu kirli oyunu kuranların başarı hanesine eklenir.