Başbakan Erdoğan 12 Eylül’ün yıldönümünde ve 28 Şubat yargılamasının olduğu şu günlerde darbelerle ilgili çok önemli değerlendirmelerde bulundu. Doğrusu son dönemlerin en önemli davası olan 28 Şubat yargılamasının toplumun ve medyanın gündeminde yeterince yer edinmemesi büyük bir eksiklikti. Toplumun neredeyse her kesimini ilgilendiren ve her alana dönük yıkıcı etkiler yapan 28 Şubat davasının daha büyük bir ilgiyle karşılanması gerekirdi.
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasındaki şu vurgu geçmişteki olumsuzluklarla yüzleşmeden ileri demokrasiye ulaşılamayacağını ifade ediyor: “27 Mayıs’ın izleri tamamen silinmediği için 12 Mart olmuş, 12 Eylül olmuş, 28 Şubat olmuştur. 27 Mayıs zihniyeti değişmediği için, dönüşmediği için, 27 Mayıs ahlakı, bazı ruhlara sirayet ettiği için, bugün bile bazı zihinlere, bazı ruhlara demokrasi nüfuz edemiyor.”
27 Mayıs’la demokrasimiz üzerine çöken karanlık zihniyetin farklı adlar ve şekiller altında belli aralıklarla nüksetmesi ancak ciddi bir demokratik sorgulama ve hukuki yargılamayla engellenebilir. Geçmiş hukuksuzlukları yargı konusu yapmak eski yaraları kanatmak değil, içten içe kanayan yaraları tedavi etmek ve adalet arayan gönülleri rahatlatmak için gereklidir. 28 Şubat’la ilgili devam eden dava kadar önemli olan bu konunun akademik çalışmalarla tüm boyutlarıyla irdelenmesi, toplumsal duyarlılık ve bilincin artırılmasıdır.
12 Eylül’de yaşanan zulümlerin hesabının sorulması sadece bu olayların mağdurları açısından önem taşımaz, demokratik değişimi isteyen yeni nesiller için de anlam taşır. Erdoğan’ın “Eğer bu karanlık tarihler unutulursa, aynı şekilde tekerrür ederler” sözü yabana atılmamalıdır. Nitekim Türk siyasetinin üzerine çullanan darbeci zihniyet bu unutkanlıktan ve hesap sorulmamasından istifade etmiştir. Çok şükür bir süredir geçmişin siyasi yüzleşmesi de, hukuki gerekleri de yapılmaktadır.
Daha önceki yazılarımda 28 Şubat’ın toplum kesimleri, ekonomi, medya, bürokrasi ve cemaatler üzerinde nasıl yıkıcı etkiler yaptığına değinmiştim. Bu günlerde sürmekte olan yargılama, her açıdan tarihi niteliktedir.
Dava iddianamesinde meselenin bugün yargılanan kişi ve çevrelerden ibaret olmadığına, daha farklı aşamalarla devam etmesi gerektiğine dair vurgular bulunuyor. Her zaman söylediğimiz gibi darbeler bir konsorsiyum şeklinde gerçekleşiyor. Her ne kadar asker ön planda gözükse de darbeye çanak tutan, destek olan, yardım eden, alkış tutan farklı kesimler bulunuyor. 12 Eylül darbesinde bu işbirliği daha bulanık haldeydi. 28 Şubat sürecinde ise post modern darbe daha somut, belirgin ve açık işbirlikleriyle gerçekleşti. Hatta bu sefer darbenin sivil uzantıları apoletlilerden daha ateşli ve hırçındı. Bu ilişki ve desteğin belki bir kısmı suç, bir kısmı tarihi bir ayıp veya hataydı. Ancak medyadan yargıya, sivil toplum kuruluşlarından bürokrasiye kadar çok geniş yelpazede bir çok kişi bu sürecin doğrudan veya dolaylı parçası halindeydi. Bugün maksadını aşan şekilde cadı avı başlatılmasını isteyen kimse yok, ama adalet arayışı meşru bir taleptir.
Başbakan Erdoğan haklı olarak şu soruyu sordu: “28 Şubat’ta sermayenin katkısı yok muydu, yazılı ve görsel medyanın katkısı yok muydu? Hani bazı beşliler vardı biliyorsunuz. Beşli çeteler diye başlıkların atıldığı dönem, yok muydu? Ben onlar niye yargılanmıyor diye hala şaşıyorum. 28 Şubat’la ilgili neden onlar hesaba çekilmiyor diye merak ediyorum.”
Bu merak aslında toplumun da merakıdır. Tarihi bir görev ifa etmekte olan yargı mensuplarının bu süreci en ideal şekilde tamamına erdireceğine inanıyoruz. Yargının işleyişine ve bağımsızlığına saygı göstererek sonucu sabırla beklemek gerekir.