Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’la yaptığı görüşme, siyaseti bir anda hareketlendirdi. Kurtulmuş, Saadet Partisi Genel Başkanlığı’ndan HAS Parti’ye uzanan yolculuğunda bu konuda pekçok soru ve tartışmanın muhatabı oldu. Yeni bir parti kurmasını bizatihi bu ‘proje’nin, yani AK Parti’yle bütünleşmenin parçası olarak görenler vardı.
Bu gelişmeleri başından itibaren yakından izleyen bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim. Numan Kurtulmuş’un yeni bir siyasi hareket için yola çıkışı, AK Parti’yle bütünleşmek üzere tasarlanmış bir sürecin parçası değildi. Bugün gelinen nokta, AK Parti’nin/Erdoğan’ın yeni siyasi mimarisi ile Kurtulmuş’un yollarının kesişmesidir. Bunu sadece iç politikanın ürettiği bir sonuç olarak görmek, hem eksik, hem de yanıltıcı olacaktır.
Kimilerine göre herşey çok basit. Kurtulmuş ve arkadaşları, iktidar kervanına katılmak, orada belli koltuklar elde etmek için böyle bir adım atıyor. Bu yaklaşımın insafla bağdaşır yanı yok. Şu an HAS Parti çevresinde bulunan önemli isimlerin hemen hepsi, eğer isteseler, 2002’den itibaren AK Parti saflarında yer bulabilirler ve kimse de bunu yadırgamazdı.
***
İşin bir de Tayyip Erdoğan cephesi var elbette. Bu yakınlaşmanın, 2014’e yönelik bir hazırlık olduğunu düşünenler, ‘Erdoğan cumhurbaşkanı olunca Numan Kurtulmuş’a partiyi emanet edecek’ diyenler ya da benzeri denklemleri kuranlar bir hayli ağırlıkta. Bu tezlerin belli bir siyasi karşılığı var; Türkiye’nin önündeki yol haritası ve sistem tartışmalarıyla birlikte ete kemiğe bürünebilir.
Ancak Erdoğan-Kurtulmuş yakınlaşması, yakın geleceğe dair bir iç politika hamlesinden çok daha fazlasıymış gibi görünüyor. Kaldı ki eğer sorun, Çankaya’ya çıkıp partiye bir enametçi bulmak olsaydı, Erdoğan’ın seçeneklerinin hayli fazla olduğu söylenebilir.
Diğer yandan Turgut Özal tecrübesini iyi analiz eden Erdoğan’ın, siyaseti denenmiş, ama kısa sürede çözülmüş bir model üzerinden kurmayacağı da çok açık.
***
Gözden kaçırdığımız noktalar var.
Öncelikle 2011 seçimleri sonrasında artık karşımızda bir genel başkan değil, devlet adamı Tayyip Erdoğan var. Kendisi bunu ‘ustalık dönemi’ olarak ifade ederken, herhalde sadece Türkiye’nin iç dengelerini kastetmiyordu. Nitekim Kürt sorunu, Suriye krizi ve içeride MİT ve ÖYM tartışmalarıyla devam eden gelişmelerin, bir bütün olarak bakıldığında bu ‘yeni dönem’e işaret ettiğini görebiliriz.
İkincisi, ustalık dönemi siyasetine duyulan ihtiyaç, Arap Baharı/Ayaklanması sürecinde ortaya çıkan gelişmelerle birlikte çok daha farklı boyutlar kazandı. Arap Baharı, Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Bahreyn’e kadar uzandığında Türk okur yazarları, olup bitenin gerçek mahiyetine kafa yorsaydı, bugünü anlamak daha kolay olabilirdi. Suriye krizinin yakıcı etkisi dışında, bu süreç entelektüel hayatımızda yaprak kımıldatmadı desek, haksızlık etmiş olmayız.
Üçüncüsü, Türkiye’nin yakın çevresinde, daha geniş ölçekte İslam dünyasında yaşanan ‘düzenleme’ ve onun ürettiği ‘kaos’ karşısında, hem kendisini sağ salim kıyıya ulaştıracak, hem de bir bölge gücü olarak varlığını sağlamlaştıracak bir yeni siyasi dile, modele ve çıkışa ihtiyacı var.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve Kraliyet eliyle çizilen sınırların alt üst oluşu karşısında, iktidar kavgalarına boğulmuş bir Ankara’ya değil, kafasını kaldırıp dünyaya bakan bir siyasi akla ihtiyacımız var. Kurtulmuş, böyle bir yeni dilin ve aklın inşasında kritik rol oynayacaktır.
Erdoğan ve Kurtulmuş’un birlikte verdiği o fotoğraf karesi, bana bunları söylüyor. Tayyip Erdoğan, yeni siyasi yürüyüşünde, Türkiye’nin ihtiyacı olanı doğru tanımlamış ve gereken adımı atmıştır. Numan Kurtulmuş, buna kayıtsız kalmayacaktır ve o fotoğraf karesi tahminlerimizin ötesinde bir başlangıç olacaktır.