Seçimlere az bir zaman kaldı. Bu satırları yazarken Erzurum’dayım. Yakın gelecekte ne olacak ve nereye gidiyoruza dair bir telaş yok şehirde. İnsanlar söylendiği gibi kararsız filan da değil. Herkes şaşırtıcı bir sükunetle sandığa gideceği günü bekliyor ve acaba kime oy versem diye kara kara düşünen kimseye rastlamadım desem yeridir.
Yaklaşık üç yıl önce Erzurum’a başkanlık sisteminin tartışıldığı bir panelde konuşmacı olmak üzere gelmiştim. O dönem yaptığımız tartışmada, kendim dahil insanların kafasının daha karışık olduğunu hatırlıyorum. Ancak şimdi gerek ülke içindeki, gerekse bölgemizdeki gelişmelere baktığımda ve tüm bunların küresel ölçekteki karşılığını anlamaya çalıştığımda, başkanlık sisteminin daha elzem olduğunu görüyorum.
Daha önce de yazmıştım. Bir kez daha vurgulamak istiyorum. Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kişisel arayışı ve güç kazanma denemesi olarak görmenin hiçbir karşılığı yok. Gayet açık ki Erdoğan, şu anda sistemde çok güçlü bir aktör. Arkasında bıraktığı üç dönemlik iktidarın artılarının yanı sıra, geleceğe dair vizyonuyla da toplum nezdinde muazzam bir karşılığa sahip.
Ancak bir noktayı nedense sürekli unutuyoruz. İnşa zor, yıkmak kolay. Erdoğan, belki de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı itibarıyla geniş karşılık bulan inşa kabiliyetiyle, daima siyasetin ve bürokrasinin önünde oldu. Bu önde oluşun bedelini de önce belediye başkanlığını bırakmakla, ardından da kurucusu olduğu siyasi partinin ilk seçiminde liste dışı kalarak ödedi. Cezaevi ve diğer bedelleri hiç saymıyorum bile. Adalet geç de olsa tecelli etti, Erdoğan üç dönem başbakan olarak yoluna devam etti. Peki ya o kayıp dönemlerin maliyeti?
Yapılan büyük ve parlak işlere bakılarak bu üç dönemin kolay geçtiğini düşünenler, esasen yanılıyor. Kapatma davasından bir oy farkıyla kurtuldu AK Parti. 27 Nisan muhtırası hala hatırlarda. Önce Gezi, ardından 17-25 Aralık darbe girişimleri, iki önemli özellik taşıyordu. Birincisi Erdoğan’ı siyaseten tasfiye etmek. İkincisi AK Parti’nin omurgası üzerinden yeni bir siyasi hareket oluşturup, ‘haddini bilen’ bir Türkiye’ye dönmek!
Tayyip Erdoğan’sız AK Parti üzerine onlarca yazı yazdım, bunun sıradan bir tasfiye girişimi olmadığını vurguladım. Ayıptır söylemesi belki ama, bunları yazdığımda henüz paralel yapı ve benzeri alanlardaki çatışmadan neredeyse kimsenin haberi yoktu. Büyükelçiliklerde yazılan ‘Nakşilerle Nurcuların arası nasıl’ kriptoları dışında tabi.
Bu tasfiye girişimlerinin planlayıcısı olan akıl, ne paralel yapıydı, ne de kendisine AK Parti içinde istediği yeri bulamayan, bulduysa bile tasfiye olan çevrelerdi. Onların hepsi bu oyunda sadece birer piyondu ve son kullanma tarihleri geldiğinde de bir kenara atılacaklar. Şimdi de durum farklı değil.
Tüm bu süreci biz ne kadar anlatsak, sonuçta dışarıdan aktarmış oluruz. Oysa bu mücadelenin asıl aktörü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kafasındaki inşa sürecinin bu tür operasyonlarla nasıl geri bırakıldığını en iyi bilen de kendisi.
O nedenle başkanlık tartışmalarını Erdoğan’ın kişisel arayışları üzerinden okumak yerine, yukarıda kabaca saydığımız operasyonlar olmasaydı, Türkiye nerede olurdu sorusu üzerinden bakarsak daha anlamlı olur. Sözün özü, bu vesayet belasını kıracak yegane çözüm başkanlık. Gerisi zaman kaybı.