Türkiye hükümeti Beşşar Esad’la diyaloğu sonuna kadar sürdürdüğü günlerde Suriye’de katliam başlamıştı. 2011 Ağustos ayındaki 6 saatlik meşhur Esad-Davutoğlu görüşmesi yapıldığı sırada 8 bine yakın Sünni Suriyeli katledilmişti. Çoğu da çocuktu... O ortamda bile Türkiye, son bir umutla kanın durması ve acil bir demokratik paketle Suriye’nin seçime gitmesini öneriyordu.
Hatırlayalım... Esad aynı zamanda Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın da çok samimi ilişkiler içinde olduğu gerçek bir dost ülke lideri konumundaydı. Buna rağmen Ankara, Esad’la dostluğu ve o dostluğa verilen emeği bir günde yakmayı göze aldı. Neden sonra? Yapabileceği bütün uyarıları yaptıktan ve günah kendisinden gittikten sonra...
Esad masum insanları katlederken Erdoğan kulağının üstüne yatmadı, Batılı liderler gibi kem küm etmedi... Tavrını koydu ve o günden bugüne kadar da prensiplerinden şaşmadı.
Mısır... Ocak 2011’de Mısırlılar Tahrir’de Mübarek’i devirmek için toplandıklarında Türkiye’nin Başbakanı parlamento kürsüsünden aynı tavrı koyuyordu. Erdoğan, o konuşmada “Mübarek artık gitmeli” dedikten bir hafta sonra da Mısır’da rejim değişti.
Türkiye ne istiyordu? Tahrir’e toplanan insanların istediği şeyi; yani sandığı... Seçim yapılsın ve yönetimi halk belirlesin.
Nitekim öyle de oldu... Mısırlılar Mursi’yi seçimle işbaşına getirdiler.
Bugün...
Suriye diktatörü hala işbaşında ve katlettiği masum insanların sayısı dün BM tarafından yapılan açıklamaya göre 100 bini aşmış bulunuyor. Ülke nüfusunun yarısı da yer değiştirmiş, milyonları aşkın insan da iltica etmiş durumda.
Tablo gerçekten çok kötü ve dramatiktir.
Mısır’da ise askeri darbe yönetime el koyarak, seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı görevden uzaklaştırdı. 5 bin yıllık tarihinde ilk kez serbest seçim yapabilen Mısır’da demokrasi emekleyemeden boğuldu.
Yani, Suriye’nin masum insanları kaybetti... Mısır halkı da kaybetti. Türkiye de kaybetti!
Aramızdan bazıları Türkiye’nin de kaybettiğini düşünüyor.
Türkiye’nin kaybettiği iddiasının bir analiz değil temenni olduğu malum ama yine de soralım: Ne yapsaydı Türkiye kazanacaktı?
Eski dost olduğu için Esad’ın katliamına göz yumsaydık kazanır mıydık?
Ya, “Mısır’a bir yıl demokrasi yeter, şimdi en iyisi askeri darbe” deseydik! Kazanır mıydık?
Kendimize gelelim... Suriye’de katliama göz yummak, Mısır’da eskiye dönmek gibi ahlaki olmayan pozisyonlar Türkiye’nin kazanacağı pozisyonlar değildir. Bölgeyi 80 yıldır aynı felsefeyle yöneten İngiltere, Fransa, ABD hatta Rusya böyle davranmakla geçmişte de kazandı, bugün de kazanabilir ama Türkiye’ye o pazardan pay düşmez.
Prof. Dr. Yasin Aktay, “Bölgede farklı olanı satan tek ülke Türkiye’dir. Rakibi de yoktur” diyor. Meselenin bam teline dokunuyor. Türkiye’nin Ortadoğu politikası sadece ahlaki değil aynı zamanda rasyonel olan tek seçenektir.
İlkesizlik, ahlaksızlık, “darbeye darbe diyememe pazarı” ezelden beri doludur ve Türkiye’nin orada yeri yoktur. Erdoğan ve Davutoğlu bunu yapsaydı asıl o zaman kaybederdik.
Türkiye, doğru olanı yapıyor ve farklı olanı satıyor; yani ilkeli ve demokratik pozisyonu... Yeni bir pazar yaratıyor; bu elbette meşakkatli olacak ve zaman isteyecek.
Sonuçta totaliterlikten başka tecrübesi olmayan bir coğrafyadan söz ediyoruz.
Türkiye kaybetmedi; aksine kazanıyor ve kazanmaya da devam edecek.
Kaybetse bile bu en nihayet kârdan zarardır.
Zira, bütün bunlar 10 yıl önce yaşansaydı Türkiye’nin adı ne kazanan ne de kaybedenler arasında geçecekti. Çünkü, Türkiye kendisini bekle-gör denilen, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”la kutsanan renksiz ve iddiasız bir dış politikaya şartlamıştı.
Bekle, gör. Ne çıkarsa bahtına!
80 yıldır da ne çıkmadığı görüldü...