Suriye’de iç savaşı durdurmak komşuların veya İslâm ülkelerinin gayretleriyle mümkün olmuyor. Hal böyle olunca gözler dünyanın en büyük devletlerine dönüyor... Ne yazık ki orada da Çin ve Rusya Esad’ı desteklerken, ABD ve müttefikleri savaşın devamında fayda görüyor... ABD’nin sınırlı askeri müdahale ihtimali bile Batı dünyasında yeterli desteği bulmakta zorlanıyor...
Kılıç yerine kalem
Diğer taraftan Suriye’ye dış müdahaleye karşı çıkan Müslüman isimler de var. Örneğin Türkiye’nin sayılı aydınlarından yazar, şair ve Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı Sezai Karakoç, 2012’deki bir açıklamasında Suriye’de çözümün silahla olamayacağını söylüyor:
“O yönetimi uyaracak olan kılıç değil kalemdir. Çünkü kılıç ile girdiğiniz takdirde halk ile karşı karşıya gelecek ve siz yine mâsumları öldürmek zorunda kalacaksınız. Aynı o devletin yaptığını siz yapmış olacaksınız. İşte bu size kurulmuş bir tuzaktır. Çözümün sadece silah ve kılıç olduğu doğru değildir. Daima ondan daha güçlü olan bir çözüm vardır ve o çözüm fikirdir. Kılıç dahi fikrin emrindedir.”
Karakoç, Türkiye’yi de uyararak bu tuzağa Afganistan ve Bosna’da düştük, Suriye’ye askeri bir müdahaleye destek vererek aynı tuzağa düşmeyelim diyor.
Karakoç bu önerileri yaparken, Suriye’de Müslümanların çatıştığı varsayımından hareket ediyor. Acaba böyle mi? Bu savaş gerçekten bir din savaşı mı veya bir mezhep savaşı mı? Yoksa din ve mezhep her halükârda yaşanılacak bir savaşta kullanılan ve yarın çöpe atılacak bir gerekçe mi? İkinci olarak çocukların dahi kimyasal silahlarla katledildiği, ölü sayısının 100 bini aştığı, tecavüz ve işkencenin rutine döndüğü bir ortamda kalemle, fikirle, yani sözle savaşan tarafları ikna etmek mümkün mü acaba?
Doğrusunu isterseniz gelinen bu aşamada kılıç yerine kalem ile ikna etme önerisini fazla iyimser buluyorum.
Hastalık belli
Diğer taraftan Karakoç bir noktada çok haklı, Müslüman halklar bir yerde bu kısır döngüye ‘dur’ demek zorundalar, yoksa Afganistanlar, Bosnalar, Suriyeler daha çok yaşanır...
İslâm coğrafyasının hastalıkları belli... Bunlar önce cehalettir, bölünmedir, birbirini yemedir, hoşgörüsüzlüktür, fakirliktir vs. Bu hastalıkların çaresi ise Karakoç’un da işaret ettiği gibi top, tüfek veya silah değil eğitimdir, seviyeli ve hoşgörülü nesiller yetiştirmektir. Yetişecek nesillerin hem kendi kaynaklarından beslenmesi gerekir, hem de çağın gereçleriyle donanması şarttır.
Eğitimli, hoşgörülü ve donanımlı nesil yetiştirme meselesi bazılarına çok uzun ve sonu gelmez bir çaba gibi gelmiştir. Dahası böyle bir çabanın altından kalkılamaz maliyette olacağı da sanılmıştır. Oysa ki Türkiye’nin Suriye’den gelen mülteciler için harcadığı paranın 2 milyar lirayı geçtiği hesap ediliyor; Savaş nedeniyle bizim ve komşularımızın kaybettiği ticaret ve diğer paraları da eklediğinizde, buna bir de savaş için alınan silahları ve yıkılan şehirleri koyduğunuzda nesil yetiştirmenin savaşmaktan çok daha ucuz bir uğraş olacağı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Eğer yeni Suriyeler, yeni Iraklar veya yeni Afganistanlar yaşamak istemiyorsak başta kendi ülkemiz ve komşularımız olmak üzere tüm çalışmalarımızı bölgemizde yapıcı, hoşgörülü, üretken ve kendi kaynaklarından beslenen nesiller yetiştirmek için harcamak zorundayız. Bu hedef doğrultusunda onbinlerce öğrenciye burs verilebilir, faydalı yayınlar yapılabilir ve bölge halkları arasında iletişimi arttırıcı çalışmalar sağlanabilir...
Kısacası, Suriye’ye askeri müdahale esas yapılması gerekenlerin yanında teferruattır...