Kemal Öztürk’ün Yeni Şafak’ta yayınlanan izlenimlerindeydi: “O güne kadar düşünmemiştim, lojmanlarda oturan ailelere şehit haberi nasıl veriliyor diye. O lojmanda oturan bir polis anlatınca irkildim:
“Şehit haberi verilirken bir ambulans da gelir. Yakınları fenalaşırsa müdahale etsin diye. Lojmandan içeri ambulans girince, herkes birden cama fırlar. Kimin evine gidiyor ambulans diye bakarlar.
Başka eve yönelmişse hemen telefona sarılırlar. Kocasını, ağabeyini, babasını arar, ‘sen iyi misin, bir şeyin var mı’ diye sorarlar. Eğer bir şey yoksa evden fırlar ambulansın gittiği eve gider, destek vermek için. Ambulans kendi evine yönelmişse işte o zaman ateş düşer, feryatlar başlar. Şehit ve yaralının olduğunu her günümüz böyledir.” (23 Şubat 2016, Yeni Şafak)
Öyle bir haber dün Habertürk’te Ümran Avcı imzasıyla yer aldı. Bir şehit annesinin sözüydü bu:
“Ambulansı görünce komşuya kaçtım.” diyordu Şemdinli şehidi Erkan’ın annesi Havvagül Özdemir.
Erkan’ın fotoğrafı vardı, sanırdınız ki Çanakkale’ye koşan 15’lilerden biri. 20 yaşında ama nerdeyse henüz bıyıkları terlememiş.
Sabah Erkam Radyo’da “Medya ve Gündem Analjizi” programında annenin sözlerini paylaşırken, hem dostum Selahattin Kocaarslan’ın gözleri doldu hem benim. Yutkunduk, yutkunduk, yutkunduk.
Havvagül annenin dili değil yüreği konuşuyordu: Biz susalım en iyisi o konuşsun:
“Çok minyondu benim oğlum. Gören ‘Bundan asker mi olur?’ diyordu. Üniforması bile boldu üstüne. O fotoğrafı yemin töreninden sonra evci izniyle gittiği Kocaeli’nde halasının evinde çektirmişti. Sonradan terziye verdik de daralttık.”
“- Günde 10 defa arardı Erkan’ım. Bir gece önce, gece yarısı saat 01.00’de aradı.
Vakitsiz çalınca çok korktum. Yüreğim ağzımda telefonu elime aldığımda baktım Erkan arıyor. ‘Hayırdır bu saatte?’ dedim. ‘Hiç’, dedi, ‘Aklıma düştünüz, merak ettim aradım’ dedikten sonra kapadı. Daha çok sabahları 8 gibi arardı.”
O gün, şehitlik haberinin geldiği gün. İşte Havvagül annenin sözleri:
“Sabah uyuyakalmışım. Bir uyandım saat 10.30. Telefonumda Erkan’ın cevapsız çağrısı yok. Nasıl korktum.
Aradım, çalıyor ama açan yok. Onlarca kez aradım. O korkuyla pencereden bakıyordum. Bir ambulans ile polis aracının evin önüne yanaştığını gördüm.
Bize gelmesinler diye evin anahtarını kaptığım gibi üst komşuya kaçtım. Kapılarını çaldım çaldım, kimse yoktu. Sonra mecburen aşağı indim. İnmez olaydım...
İnersiniz, o yakıcı gerçekle karşılaşırsınız. Evladınızın çocuksu yüzünü öper, seversiniz. “Gitti gelmez bahar yeli, şarkılar yarıda kaldı...”
Erkan Güneydoğu’da görev yaptığı için ayda yaklaşık 400 lira maaş alıyormuş, son iki aydır maaşını çekmiyor, biriktiriyormuş. ‘Tezkeremi alınca o parayla gezip tozacağım’ diyormuş.
Bunları anlatırken içi yanıyor annenin.
“Savaştepe’deyken lise bittikten sonra bir yıl oto yıkamada çalıştı. Hiç yaşayamadan, tek bir hayalini bile gerçekleştiremeden gitti çocuğum.”
“Perşembe günü Hakkâri’den birliğinden aradılar. Erkan’ımın eşyalarını kargoya vereceklermiş. Sanki Erkan’ım gelecek gibi heyecanla bekliyorum.
Yavrum üşüyordu. ‘Buralar soğuk anne’ diyordu. Üşümesin diye çamaşırlar alıp gönderdim, daha eline bile geçmemişti yeni çamaşırları.”
Şehadet böyle bir şey. Gelir bulur sizi ve mektuplar okunmadan geri döner, giysiler geri döner daha giyilmeden. Ve anne, evladının çok sevdiği yemekleri bile yiyemez hale gelir:
“Bir de benim çocuğum makarnayı çok severdi. O gidince ben de ağzıma makarna süremez oldum. Yiyemem, geçmez ki boğazımdan...”
Ya baba yüreği nasıldır böyle genç fidanı şehadet şerbetini içtiğinde:
Baba Şenol Özdemir konuşuyor:
“Nasıl duygusal, nasıl kibar bir çocuktu anlatamam. Oğlumu, ‘Sana vursalar bile sen kimseye tek bir fiske atmayacaksın’ tembihleriyle büyüttüm. Nasıl kıyarlar böyle bir cana?”
Canlara kıyıldı. Kıyılıyor.
Yıllardır Doğu- Güneydoğu’dan şehitler geliyor memleketin bağrına. Anneler, yiğit yavrularının soğumuş bedenlerine sarılıyorlar.
15 Temmuz gecesinde de şehitleri kucakladı Türkiye. Ateş düştü, yaktı.
Ne dersiniz, bazen şehitlere alışmışlık endişesi sizin de yüreğinizi yalayıp geçiyor mu? Çok, çok, çok olunca her birinin yangını hissedilmez oluyor mu?
Bu haberi yazdım, her bir şehidin annesi gibi bir yürek yangını içimize aksın diye. Alışmayalım diye. Ateşler sadece düştüğü yeri yakmasın diye.