Ülkemizin bir köpek sorunu var, malumunuz. Yine bildiğiniz gibi (lafın gelişi, yoksa nereden bileceksiniz), bendeniz de Şafiî mezhebine mensubum. Gerçi, büyüklerimiz "zehebini, zehebini, mezhebini kimseye söyleme" demişler, ama köpek sorunu bağlamında artık mezhebimi faş etmek zorunda kaldım. Herkes bu soruna bir zaviyeden bakıyor çünkü. Elimde değil, ben de mezhep penceresinden bakmak zorundayım. Yetiştiğim, büyüdüğüm kültürel ortamın gereğidir efendim. Nereye gidersen git, kültürünü de beraberinde götürürsün. Bazen kültür, gittiğin yeni vasatta soruna da dönüşebiliyor.
Bilindiği üzere Şafiî mezhebinde köpek necis (şer'an pis) sayılır. Ama hemen alevlenmeyin, bu, köpek düşmanlığı demek değildir. Sadece fıkhî bir kural olarak namazda ve hane içinde titiz olunması gereken temizlikle ilgilidir. Yani hepinizin eminim ezbere bildiği "necasetten taharet"in gereğidir. Bu bakımdan köpeğin salyası veya ıslaksa bedeni necistir ve bir yerimize bu haliyle dokunursa, o elbiseyle namaz kılınmaz. Bir kaba salyasını bulaştırmışsa, o kabı yedi kere yıkamak gerekir. Bunun dışında özellikle köy ortamında köpeksiz bir hayat da düşünülemez. Köpek olmazsa, hırlıya, hırsıza, kurda kuşa yem olmak işten bile değildir. Enteresandır, zaman içinde köpekler de bizim köylerde yerlerini öğrenmişler. Sahiplerine yaklaşacakları mesafeyi bellemişler. Sahiplerinin dışındakiler ise, maazallah değneksiz dolaşıyorlarsa, köpekler mesafe falan dinlemez, Şafiî, Hanefi tanımaz saldırırlar. Anlayacağınız, köpekli köyde değneksiz dolaşmayacaksın. Köpeklerle arandaki mesafeyi, bu durumda sen koruyacaksın. Bu, sırf Şafiîliğin getirdiği bir kural değildir kuşkusuz. Ashab-ı Kehfin köpekleri de sahipleri mağaranın içinde uyurlarken, o da mağaranın kapısında beklemişti. Bu da gösteriyor ki, Şafiîler köpek hususunda nassın yönlendirmesine uygun bir tutum benimsemişler.
Anlatmak istediğim, benim gibi Şafiîler açısından sahipli, sahipsiz köpeklerin oluşturdukları tek sorunun, yukarıda belirttiğim şekilde dokunmalarıdır. Yoksa "bana dokunmayan köpek bin yaşasın." Bana saldırmadığı, salyasını veya ıslaksa vücudunu bir yerime veya kullandığım herhangi bir kaba, nesneye bulaştırmadığı sürece, sokakta da, çarşıda da, pazarda da yaşayabilir. Tabi köpeğin, benim bu hassasiyetlerime dikkat etmesini sağlayacak bir bilinci yok. Bu durumda benim buna ilişkin tedbirler almam gerekiyor. Biz köyde değneksiz dolaşmazdık mesela. Yine hemen ayaklanmayın, köpeklerle savaşmak için değil, savaşı, kavgayı birbirimizle yapardık, sadece bilinçleri olmadığı için köpeklere karşı bir tedbirdi bu. Köyde, böyle bir imkanımız vardı, ama ne yazık ki İstanbul'da, Hanefiliğin geçer akçe olduğu bir kültürel ortamda, hele iyice Batılılaştığımız bir vasatta elde sopa dolaşmak da mümkün değil. En hafifinden ayıp kaçar. Şu halde, köpeklerdeki bilinç yoksunluğu ve de bu vasatın namüsaitliği nedeniyle benim gibi Şafiîlerin köpek sorunu devam edecektir.
Kuşkusuz, köpeklerin oluşturduğu sorun, salt bundan ibaret değil. Bilindiği gibi çok saldırgan köpekler var, kuduz hastalığı köpekler arasında yaygındır. Bu açıdan oluşturdukları sorun, benim Şafiî hassasiyetimden de önemlidir. Çünkü insan hayatı söz konusudur. İnsan hayatı tehdit altına girince de akan sular durur. Bizim köyde insanlar, söylediğim gibi, Şafiî de olsalar köpeksiz yaşamadıkları için, onların oluşturdukları bu büyük tehlikeye karşı da bir takım tedbirler geliştirmişlerdi. Mesela gelene geçene saldıran köpekleri zincire vururlardı. Kuduz olanını ise, saniye sektirmeden öldürürlerdi. Hemen celallenmeyin canım, kuduran insanları da hapse atmıyor muyuz, canileri son yıllara kadar asmıyor muyduk? İşte bunun gibi bir şey.