PKK ve Gülen hareketi. Çok dramatik biçimde birbirine benzemeye başladı.
“Dramatik” tanımlamasını özellikle Gülen hareketi için kullandım, çünkü “dini” bir görünümle yola çıktılar ve şu anda bambaşka bir hüviyet içine sürüklenmiş durumdalar.
23 Kasım 2014 tarihinde bu sütunda “Fikir jimnastiği” başlığı altında “Acaba hükümet Cemaat için de bir çözüm süreci başlatır mı?” sorusuna cevap aramıştım.
Orada PKK’ya yönelik çözüm sürecinde nelerin gündem oluşturduğunu şöyle sıralamıştım:
“Silahsızlanma, silahlı yapının ülkeyi terk etmesi, dağdakilerin ülkeye dönmeleri, hayata intibakları, ülke içinde oluşturulan KCK paralel yapısının tasfiyesi vs. örgüt mensuplarının normalleşmeleri... Ve örgütün herhangi bir siyasi yapı çerçevesine inmesi... Özde geçtiğimiz 30 yılda oluşturulan illegal statünün ortadan kalkması.”
Sonra “Cemaat” konusuna dönmüştüm ve onunla bir çözüm süreci söz konusu olduğunda hangi konunun öne çıkacağı sorusunun cevabını aramıştım. Verdiğim cevap şu idi:
“Doğrusu, düşündüğümde Hükümet’in, “devlet içindeki unsurların paralel devlet niteliğinden çıkarılması” cevabını vereceğini öngörüyorum, ama bunun nasıl realize edileceğini çözemiyorum.”
Sonra demiştim ki:
“Terör örgütü silahlı yapının varlığını kabul ediyor ve onun tasfiyesi üzerinde konuşulabiliyor ama Camia, mensuplarının devlet içinde paralel yapı oluşturduğunu kabul etmiyor. O zaman iş kritikleşiyor. Başbakan’ın koruma müdüründen emin olmadığı, Dışişleri Bakanı’nın en mahrem toplantısının dinlenip medyaya servis edildiği ve burada “Olağan şüpheli” olarak Camia mensuplarının işaretlendiği bir ortamda, her şeyi “Paranoya” ile izah etmek, ciddi bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkarıyor.”
O yazıdaki bir tespitim de şöyle:
“Camia şu anda keskin bir savaş dili kullanıyor. Acaba bu savaş dili kaç zaman devam edecek, gibi bir soru akla geliyor. Ve onunla birlikte “Acaba Camia’da da bu işin bir çözüm noktası mümkün mü sorusu soruluyor mudur?” sorusu düşündürüyor.”
Gülen Camiası o zaman benim bu yazıma “Bizi PKK ile nasıl bir tutarsın!” gibi bir tepki gösterdi ve savaş diline devam etti.
Sonra hareket MGK gündemine girdi, “terör örgütü” değerlendirmesine konu oldu ve devletin mücadelesi, PKK ile aynı doza ulaştı.
Bu dönemde, ilginç biçimde PKK’nın da “çözüm süreci”ni dinamitlediğine tanık olduk.
Bir yandan PKK, ülkedeki paralel KCK yapılanmasını korumak ve somut netice almak için silahlı eyleme geçti.
Diğer yandan Camia, devlet içindeki güçlerini kullanarak “iktidarı devirmek” gibi bir hamle yaptı.
PKK’nın çözüm sürecini torpillemesinin ve silahlı eyleme geçmesinin arkasında “Kürtlere bu coğrafyada yeni bir alan açıyoruz, Suriye üzerinden Türkiye’ye sıçranabilir, silahlarınızı neden bırakasınız ki!” diyen bir uluslararası irade olduğu görülüyor.
İlginç biçimde Gülen Camiası da, uluslararası mahfillerde Türkiye’nin Ortadoğu’daki tavrından kaynaklanan bir “Erdoğan karşıtlığı” bulunduğunu, bu uluslararası iradeyi arkasına alarak Erdoğan’ı dize getireceğini hesaplıyor.
Sonunda PKK’nın silahlı isyanı da Türkiye’yi vurma hamlesine dönüşüyor, Gülen Camiası’nın ABD - ABD platformlarında yürüttüğü algı savaşı da...
Peki olan ne?
Olan şu:
PKK Kürt çocuklarını Türkiye’nin güvenlik güçlerinin önüne sürüyor ve ölümle buluşturuyor.
Gülen Camiası da Cemaatin sade bağlılarını kontrol altında tutmak adına savaş psikolojisini diri tutarak devletin güvenlik hassasiyetinin her gün daha kararlı biçimde üzerlerine gitmesine yol açıyor.
PKK karargahı da ölümüne hareket ediyor, Camia karargahı da.
Çözüm süreci mi?
Ne bu PKK ile olur ne de Gülen karargahının mantığı ile.
PKK habire Nusaybin’i, Yüksekova’yı, Şırnak’ı bombalarla yükleme peşinde.
Camia, Washington’da, Brüksel’de habire Erdoğan şahsında Türkiye’ye karşı propaganda savaşını tahkim etme çabasında.
PKK Kürtleri kaybediyor, Camia tüm Türkiye’yi...
Bize de “Ne kötü bir işbirliği! Dayan Türkiye!” demek kalıyor.