Sabotaj dinamitlerinin fitili, Türkiye ‘enerjimi terörle mücadelede tüketmeyeceğim’ dediğinde yakılmıştı. Biri Habur’da ‘demokratik açılım’ı, diğeri Silvan’da ‘Oslo görüşmeleri’ni hedef aldı. İmralı görüşmeleri de ihmal edilmedi; önce Hakkari’de sınır karakoluna 100 kişiyle terörist saldırı düzenlendi, dün de Paris’te örgüt üyesi üç kadın infaz edildi. Önceki ‘provokasyon/kışkırtma’lar Türkiye’ye yönelikti, bu kez PKK çevresini kışkırtmaya yönelik.
Sürecin son bir ayını hatırlayalım:
17 Aralık 2012 pazartesi günü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’la söyleşimiz yayınlandı STAR’da. Atalay özetle; “Terörle mücadelede ilk kez tüm devlet birimleri arasında ‘tam koordinasyon’ olduğunu; terörün bitirilmesi için ‘entegre strateji’ izlediklerini; bu sürece katkı sağlayacak tüm enstürmanların devrede olduğunu; bu enstrümanlara ‘İmralı dahil, devlet kurumlarının görüşmelerinin’ de dahil olduğunu” anlatmış ve hedefi de net olarak açıklamıştı:”Örgütün silah bırakması.”
Görüşmeyi 15 Aralık cumartesi günü yapmıştık; MİT’in İmralı ziyaretinin ertesi gün gerçekleştiği daha sonra ortaya çıkacaktı. Bakan Atalay’ın açıklamaları işaret fişeğiydi.
28 Aralık 2012’de Başbakan Erdoğan, TRT’de açıkça “Ada’yla (İmralı) görüşmeler halen var. Ben risk alıyorum, müsteşarım risk alıyor. Başına her şey gelebilir. Çünkü netice almamız lazım. Bunun ışığını görüyorsak adımı atmaya devam ederiz.”
1 Ocak 2013 Salı günkü ‘2013 iyi şeyler yılı olacak’ başlıklı yazımda, bir sürece işaret ettim: “Türkiye’nin bu yıl atacağı adımlar, sadece içerideki konumunu değil, küresel konumunu da belirleyecek. (...)Terör silahı susacak ve halkların ülkeleriyle barışma süreci başlayacak; AB süreci hızlanacak; küresel iddialarla paralel olarak bölgesel girişimler sürecek.”
MİT’ten sonra Kürt siyasetçilerin de İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesi, terör silahının susacağı umudunu güçlendirdi. Ancak bu umut, Türk filmlerinin unutulmaz repliğini de hatırlattı: “O kadar mes’udum ki; fakat bu mutluluk beni korkutuyor.”
8 Ocak 2013 Salı günü bu endişeyi, vurguladım: “Açık ve yakın tehlikeler var. PKK’da da, devlette de -hala- terörün devamını varlık nedeni olarak görenler var. PKK’yı Türkiye’nin geleceğiyle oynama enstrümanı olarak kullanan devletler de olağan şüpheliler listesinde... Ve bu şüphelilerin işbirliği yaptığı/yapabileceği ihtimali de tehlikeyi büyütüyor.”
Paris’teki katliam, görünür sebebi ne çıkarsa çıksın, zamanlama açısından terörün bitmesi sürecine sabotajdır. Olayın gerçekleştiği Kürt Enformasyon Bürosu’nun direktörü Leon Edart’ın, “Kurbanlar katillerine kapıyı açmış olmalılar” açıklaması ‘tanıdık’lara işaret ediyor. Ama böyle olması, ‘örgütün süreci baltaladığı’ anlamına gelmez. Ezbere yapılacak suçlamalar tam da süreci baltalamaktır. Bizim sözünü ettiğimiz ‘iç ve dış tehditler’e Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan da işaret ediyor; “Her iki taraftan barış görüşmelerini istemeyen aşırı uçtakilerin işi olabilir”; Paris Kürdistan Dernekleri Federasyonu’nun Başkanı Mehmet Ülker de; “Türkiye’de başlatılan barış süreci baltalanmak isteniyor. Örgüt içi infaza ihtimal vermem. Çünkü örgütte sürece karşı çıkan kimse yok”; BDP’li Pervin Buldan da; “Barış sürecine vurulan bir darbe. Barış süreçlerinde bedel ödemeye de hazır olmalıyız.”
Bu sözleri, Cumhurbaşkanı Gül’ün dün Afyon’da yaptığı açıklamayla birlikte okumak yararlı olur: “Terör örgütünün başka ülkelerin çıkarlarına taşeronluk yaptığını bildiğimiz için, bu konuyu (terörü) gündemimizden çıkarmak birinci önceliğimiz. Bunun ‘herkes tarafından’ hatırlanmasını isterim. (...) Bölgemizde olağanüstü şeyler oluyor. (Suriye, Irak...) Türkiye olarak kendimizi daha sağlamlaştırmak, problemleri ayıklamak birinci önceliklerimizdir. Bunları yaparken de bize karşı kullanılacak maalesef olumsuzluklar söz konusudur.”
‘Taşeron’ kullanan ‘olağan şüpheliler’ biliniyor.