En fazla ‘bir arada yaşamadan’, ‘farklı hayat tarzlarına saygıdan’, ‘çoğulculuktan’, ‘katılımcı demokrasiden’ bahseden, onlar. Bu ifadelerini, bağlamdan bağımsız bir şekilde, konu ne olursa olsun tekrarlayanlar da onlar. Türkiye için varoluşsal olarak farklı tahayyüllere sahip olunabileceğine tahammül edemeyenler de, yine onlar.. Çünkü ne olması gerektiğini sadece onlar biliyorlar.
Ancak bırakın ‘bir arada yaşama’yı, ‘farklı hayat tarzları’nı, ‘çoğulculuğu’ ya da ‘demokrasi’yi, onlarla neredeyse hiçbir meseleyi içerikleriyle beraber konuşmak mümkün değil. Her hangi bir meseleden söz ederken, zaman ve mekanı ‘evrenselliğe’, özneleri ise ‘edilgen fiillere’ kurban etmeden yapıyorlar çünkü. Neticede karşımızda vahim bir entelektüel dünya var. Karınlarından konuştuklarını da söylemek mümkün değil. Zira söylediklerine ya inanıyorlar ya da bütün inandıklarının hülasası söylediklerinden ibaret. Tam teşekküllü bir liberal nihilizm zehirlenmesi ile karşı karşıyayız.
Mümkün olanı ideal olanla, hakikati temenni ile, siyasalı şikayet ile makasa alan bir dünya bu. İdealizmini tam anlamıyla formsuzluğa denk gelen ‘evrensel ilkelerden’; temennilerini siyak ve sibak yükünden kurtulmuş ‘gerçekten’; şikayetlerini ise bencil ‘sızlanmalardan’ devşiren bir dünya. Gürültüleri fazla. Tazyikleri gözardı edilecek gibi değil. Şirretler. Rezil olamıyorlar. Hakikatin yegane sahibi onlar. İnsana, hayata ve siyasete dair ‘evrensel inançları’ mevcut. Bu o kadar derin bir inanç ki Batı’daki refikleri bile bu denli fundamentalist değiller. Oryantalizm ve egzotizm hatırına en azından bazı dönemlerde ‘evrensellik kurgusunu’ rafa kaldırma esnekliğine sahipler. Yerli versiyonunda bu da yok. Yaşam tehlikesi yokken kesinlikle yapamayacakları listesi ile bir tehdit varken yapamayacakları listesi çok farklı olmayan bir ahlakın içerisinden konuşuyor birçoğu.Herhangi bir meselede iyi kötü bir şey söylemelerini devrim olarak kabul etmemizi istiyorlar. Çoğu kez bir dragoman faaliyetinden öteye geçemeyen düşünce dünyalarının, bu topraklarda sorunsuz bir şekilde sindirilmesini bekliyorlar. Elbette öyle olmuyor. Sindirmek bir yana kimse yanına bile yanaşmıyor.
Bir asrı aştı, bir şeyler söyledikleri muhakkak da, ne istediklerini bir türlü öğrenemedik. Sadece bir düşünce kekemeliği sorunu olsaydı iyiydi bu. Dillerinde sorun var. Ne olduğunu kendilerinin de anlamadığı bir kavram dünyasından ezberlerinde kalan ve tercüme etmeyi başardıklarıyla bizlere bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Önceleri sadece emir kipiyle konuşuyorlardı. Son on yıldır Türkçe’deki farklı kiplerini de istemeyerek olsa da kullanmak zorunda kaldılar. Bu geçiş bile travmatik oldu birçoğu için. Malum, emir kipi fiilin en kısa şeklidir. Fiilin hayata hızlı şekilde geçeceğinden emin olunan durumlarda kullanılır. Vesayet rejimi siyasete yıllarca talimatlar yağdırırken öyle de olmuştur. Ve bu hal onlarda bir huya, bir ahlaka dönüşmüştür.
En acısı, bu asırlık huylarını ideoloji zannetmeleri. Böyle olunca da toplumda ve siyasette yaşanan değişimi, dünya görüşlerinden vazgeçmek zannederek krize giriyorlar. Son bir kaç yıldır bu travmayı, her durumu rasyonalize ederek atlatma düzeyinde yaşıyorlardı ve belki de bir kaç yıl daha öyle yaşayacaklar. Mesela hezimet kabul edilecek bir seçim yenilgisinden %55’in zaferini çıkaracaklar. Her fiili demokratikleşme adımında Kemalizm’e son bir coşku ile sarılmalarına, liberal nihilizmin meşruiyet sağladığını düşünecekler. 20. yüzyılın daha başında iflas üstüne iflas yaşamış ideolojik bakiyelerini bir ‘Lazar tabutu’ gibi mahalle mahalle dolaştırarak felaha erebileceklerini zannediyorlar. Ne var ki netice değişmeyecek. Uyumsuz bir işletim sistemini tekrar tekrar çalıştırarak, bir gün sorunsuz bir ekran görmeyi bekliyorlar. Kendilerini telef, bizi de meşgul etmekten başka bir şeye yaramıyorlar. Bu hazin son mu? Evet, ama kesinlikle beklenmedik değil!