AK Parti’nin iktidara geldiği günden bu yana Türkiye’de çok şey değişti. Evvelemirde toplumsal dinamiklerin zorunlu kıldığı değişimin hızını ve yönünü iktidar partisinin vizyonu belirledi. Hem bu değişimin üstyapıdaki sonuçları hem de ülkede oluşan siyasi istikrarla birlikte gerçekleştirilen icraat toplumun büyük ölçüde onayını aldı. AK Parti oylarının ilk günden bu yana sürekli yükselen bir trend göstermesi bunun delili. Üstelik bu partinin iktidarda olduğu süre boyunca oylarını artırması, yani “iktidar yıpranması” adı verilen doğal süreçten etkilenmek şöyle dursun, “iktidarda büyüme” diyebileceğimiz bir gelişim eğrisi içinde yoluna devam edebilmesi siyaset sosyolojisinin ezberlerinin de yeni baştan gözden geçirilmesini gerektiren bir hadise. AK Parti’nin “iktidarda büyüme”sinin bir diğer ucunda ise rakiplerinin“muhalefet yıpranması” diye adlandırabileceğimiz gerçekten sıra dışı deneyimleri var.
12 yıllık bu sürecin sonunda AK Parti lideri Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın yarıdan fazlasının oyunu hem de ilk turda alma başarısına mukabil muhalefet partilerinin kendi adaylarını çıkaramayıp ortak bir aday etrafında birleşme zorunluluğu duymaları ülkedeki siyasi tablonun özeti. Özellikle CHP’nin kendi parti ideolojisine karşıt kimlikteki bir adayı desteklemesi ise ilk günden de ifade ettiğimiz gibi “ideolojik iflas” ilanı. MHP için de aynı şeyi söylemek yanlış olmaz ama CHP’nin yaşadığı ikilemin giderek geleneksel seçmen tabanını bir arada tutmasını zorlaştırabilecek kadar vahim olduğuna dikkat çekmek gerekiyor.
İdeolojilerinin iflasını ilan eden ve seçim gününün sonunda büyük bir politik fiyasko yaşayan muhalefet partileri şimdi ne yapacaklar? Derlenip toparlanmaya, halkın karşısına somut ve makul önerilerle çıkmaya yönelik bir politika değişikliğini gündeme alacaklar mı?
Daha şimdiden iktidar partisi içinde bir ayrışma ihtimaline ümit bağlayarak hem kendi geleceklerini hem de Türkiye için tasavvur ettikleri geleceği hayal ipine geçirmek peşinde göründüklerine bakılırsa bu mümkün değil.
Muhalefetin negatif bir siyasetten vazgeçip kendilerini sadece AK Parti ve Erdoğan karşıtlığına çapalamaktan geri durmaları beklenmemeli. Ama bu sadece muhalefet partilerini yönetenlerin öngörüsüzlüğü, vizyonsuzluğu veya bu partilerin entelektüel kadrolarının yetersizliği yüzünden mecbur kalınan bir yol değil. Muhalefet partilerinin temsilini üstlendikleri toplumsal sınıfların ve zümrelerin yaşanan büyük dönüşüm sürecinin doğal etkisiyle zayıflayıp marjinalleşmesi bu kesimlerin siyasetteki temsilcilerine başka yol bırakmıyor.
AK Parti’nin başarısını ve CHP’nin fiyaskosunu anlamak için Türkiye’nin orta sınıf gerçeğini görmek gerekiyor. Özellikle 1990’lardan itibaren yaşanan sosyoekonomik dönüşüm ve şehirleşme çerçevesinde hızla büyüyen orta sınıfın taleplerini ve ihtiyaçlarını temsil eden bir siyasi hareket olarak doğup gelişen AK Parti’nin siyasi altyapısını sadece kültürel dinamiklere dayandırmak Türkiye’yi anlamamak olur. Bu bakımdan epeydir siyaset üretemeyip siyaset yapmaya çabalayan muhalefet partilerinin asıl problemi de gelişen toplumsal yapıların değil, toplum haritasında yerinde sayan ve gerileyen kesimlerin temsiline çapalanmış olmalarıyla ilgili. Dolayısıyla Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkışının ardından AK Parti’de ve hükümette gerçekleşecek değişiklik Türkiye’nin toplumsal gelişme sürecindeki ana istikametini değiştirmeyecek olduğuna göre muhalefetin buraya göz dikip buradan çıkan neticeye göre siyaset belirleme hesabı çok da parlak bir fikir değil.
Müstakbel Başbakan’ın kim olacağının siyasi muhalefetin içinde bulunduğu şartları değiştirmesi mümkün olmayacağına göre, AK Parti’deki görev değişikliği sadece bu parti içindeki aktörler bakımından bir anlam ifade ediyor. Yeni başbakan, sözgelimi Ahmet Davutoğlu da olsa, Ali Babacan da olsa bunun Türkiye’nin sosyolojisini değiştirecek bir etkisi olmayacak nihayetinde. Zaten Tayyip Erdoğan’ın da Cumhurbaşkanı olarak etkinliği büyük ihtimalle bugüne kadar Başbakan olarak taşıdığı ağırlıktan daha az olmayacak yeni dönemde. Demek ki ne AK Parti’nin toplum karşısındaki pozisyonunu değiştirecek ne de muhalefetin önünü açacak bir değişim beklenmemeli.