Bu öyküyü ilk kez ne zaman duydum ya da okudum, öğrendim; şimdi tam olarak hatırlayamıyorum. Demek ki, aradan hayli uzun zaman geçmiş olmalı… Pek az kişinin öykünün farkında olduğunu anladığımda da, paylaşmaya karar verdim.
Herhalde Nâzım Hikmet’in de içinde bulunduğu 1938 yılının ünlü donanma davasını duymayan kalmamıştır. Ama biraz hatırlatmak isterim: Nâzım Hikmet, 1938 yılında iki ayrı suçtan tutuklanmış ve hakkında dava açılmıştı. İlk davanın konusu, Deniz Harb Okulu’ndaki bazı öğrencilerle birlikte orduyu isyana teşvikti. Şair, bu davada on beş yıla mahkûm oldu. Ama iş bununla da sınırlı kalmadı.
Orduyu isyana teşvik
Kısa bir süre sonra da donanmadaki bazı astsubayların da içinde bulunduğu bir başka dava daha açıldı. Şair de bu davaya eklenmişti. Bu kez sanıklar arasında Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Kemal Tahir de bulunuyordu. İddia yine aynıydı; donanmayı isyana teşvik… Davalar askerî mahkemede görülüyordu. Son dava, Erkin gemisinde görülmüştü. Belki de asıl yıkıcı karar, bu davanın sonucunda açıklandı; şair, zaten on beş yıla mahkûmdu. Mahkûmiyeti dolayısıyla cezaevinden alınmış ve askerî mahkemeye çıkarılmıştı. İkinci dava da mahkûmiyetle sonuçlandı. Neredeyse bir bu kadar daha ceza kesildi ve nihayetinde iki davanın ceza toplamı, 28 yılı aşkın bir hapis cezası oldu. Ve karar temyizde de onaylandı. Kıvılcımlı da on beş yıla mahkûm olmuştu.
Elbette Nâzım Hikmet, karara itiraz etti. Bu sırada gündeme gelmiş olan bazı yasa değişikliklerinin cezasının süresini kısalttığını ileri sürüyordu. Fakat bu itirazlar da reddedildi. 1939 yılının yaz aylarına gelindiğinde şair için bütün hukuk yolları kapanmış görünüyordu. Her iki ceza da temyizde onaylanmıştı çünkü…
Nâzım Hikmet açısından yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştı artık… Otuzlu yaşlarının daha ilk yarısı bitmişken; önünde otuz yıla yakın sürmesi beklenen bir hapis hayatı açılmıştı. Bu basit hesaba göre, eğer ömrü yeterse, hapisten çıktığında 64 yaşında olacaktı! Bir affın çıkmasının dışında şairi özgürlüğüne kavuşturacak hiçbir başka çare görünmüyordu.
Tebdili hava kararı
Şimdi yazacaklarım ise, muhtemelen pek çok kişinin dikkatinden kaçmış ‘minik; minicik’ bir ayrıntı olarak da görülebilir. Ama bir kitabıma da adını verdiğim gibi; “Geçmiş Ayrıntıda Saklıdır” Nâzım Hikmet için olsun, Hikmet Kıvılcımlı için olsun, hiçbir umut kalmamış gibiydi. Her ikisi de İstanbul’da Sultanahmet cezaevinde idi. Tam bu sırada adeta mucize kabilinde bir gelişme oldu. Şimdi sıra öykünün bu ‘küçük’ ayrıntısına geldi.
Öykünün bu kısmının literatüre geçmesi ancak çok yakın bir tarihte mümkün olabildi. Emin Karaca’nın 2001 yılında yayınlanan “Sevdalınız Komünisttir” kitabı ile tuhaf bir tesadüf ile yine aynı yıl yayınlanan Saime Göksu ile Edward Timms’in “Romantik Komünist” kitaplarında yer alan bu ‘fark’ı fark etmek zaman alabilmiş demek ki…
Temyizin de onayladığı cezaların çekilmesine, yine yasa gereğince, ancak önemli bir hastalık halinde ara verilebilirdi. Bu haktan yararlanmak her mahkûmun hakkıydı. Sözünü ettiğim ikinci kitapta bu yol şöyle tarif edilmektedir: “Uzun süreli cezalar alan muhkûmlar arasında en gözde hilelerden biri de, hasta olup, doktor raporu almaktı.” Çünkü, “ağır hastalık durumunda iyileşene kadar cezanın askıya alınmasına” imkân tanınıyordu.
Bu yol denendi ve belki bugünden bakıldığında hayli şaşırtıcı bir şekilde başarılı da olundu. Önce Hikmet Kıvılcımlı, hastalık tesbit edildiğinden salıverildi. Ardından da şair, ciddî bir akciğer rahatsızlığından şikâyetçi olduğunu belirterek, rapor almak üzere başvurdu. Sonradan Münevver hanımdan doğacak olan oğlu Memet Fuat’ın yıllar sonra anlatacağı gibi; aslında bu bir hile idi. Kendisi tüberküloz olduğunu kanıtlamak için muhtemelen hasta bir mahkûmun tükrüğünü muayene için sunmuştu!
Nâzım da serbest kalıyor!
Belki de inanılması güç; fakat gerçek… Neredeyse otuz yıla mahkûm olmuş olmasına rağmen şair de, hasta olduğu gerekçesiyle, serbest bırakılmıştı sonunda… 1939 yılının Nisan ayında… Bu gelişmenin perde arkasını tam olarak kimse bilmiyor sanırım… Bilenler de, muhtemelen yazmadan ve anlatamadan toprak oldular. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde şair serbest bırakılmıştı! Tek bir koşul vardı; evde dinlenmesi… Yani, hasta olduğundan ortalıkta pek de görünmemesi gerekiyordu. Doktor denetiminde olmalıydı.
Nâzım kaçmayı düşünüyor
Bu aşamada ilk mahkûmiyet kararı, 28 Mayıs 1938 tarihinde temyizce onaylanmıştı bile… İkinci mahkûmiyet kararı için ise, henüz temyiz görüşmeleri sürüyordu. Tabiî herkesin ilk aklına gelen; bu aşamada şairin bir an önce yurt dışına çıkması gerektiğidir. Nitekim Nâzım Hikmet de bu olasılığı düşünmüştü. Bu arada, hatırlamalıyız ki, Dr. Hikmet Kıvılcımlı da, aynı şeyi düşünmüştü. Yurt dışına güney sınırından çıkmayı denerken yakalanmış ve yeniden hapse girmişti!
Nâzım Hikmet de, benzer bir yolu yoldaşlarıyla görüştü ve tartıştı. Bilindiği gibi, kendisi o zamanlar gizli faaliyet yürüten Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin üyesiydi. Fakat bir süreden beri partiyle arası açıktı. Parti yönetimine karşı muhalefete geçmiş ve bu nedenle de partiden ihraç edilmişti. Yani, bu sırada Nâzım Hikmet, ‘partili’ de sayılamazdı. Böylesi bir karar için partinin onayına ihtiyacı yoktu doğrusu… Ama o, kararı parti yönetimine bıraktı.
Tam olarak anlayamadığım ve bilemediğim nokta; Nâzım Hikmet’in böylesi hayatî bir karar için kendisini partiden atan yönetime başvurmasıdır. Her neyse; yazılageldiğine göre; parti toplantısında Nâzım Hikmet’in durumu görüşüldü ve şairin cezasının haksız ve kanıtsız verildiği ve bu nedenle de temyiz aşamasında cezaların bozulacağı ve sanıkların serbest kalacakları düşüncesiyle; Nâzım Hikmet’in yurt dışına çıkışına gerek olmadığına karar verildi. Kıvılcımlı ise, parti kararına gerek görmeden hareket etmeyi tercih etmişti.
Nâzım, hapse geri dönüyor
Böylesi bir karar, bugünden bakıldığında, akıl ve mantık dışı sayılabilir. Şairin hayatının geri kalan kısmını hapiste geçirme olasılığı bu kadar güçlü iken, yurt dışına çıkmamasına karar verilmesi, adeta şaka gibidir! Benim şahsî izlenimim; bu kararda; Nâzım Hikmet’in partiden ihraç edilmesinin ve muhalefet grubuna dahil olmasının, aralarındaki siyasî rekabet hatırlanacak olursa, etkili olmuş olabileceğidir. Acaba TKP, Nâzım Hikmet’i hapiste görmeyi mi tercih etmişti? Ne de olsa partiyi içinden karıştıran güçlü bir isimdi bu sırada…
Evet, belki çok şaşırdınız; ama Nâzım Hikmet, Kıvılcımlı gibi yapmayacak; kaçmaya yeltenmeyecektir. Parti jargonuyla yazarsam; ‘parti disiplini’ne uydu! Hasta raporuyla evinde kaldı. Ama bir süre sonra sıkıldı; evden dışarıya da çıktı. Dolaşmaya… Tabiî görüldü. İlgili yerlere yapılan ihbar sonucunda; yeniden muayeneye sevk edildi ve bu kez ‘temiz’ çıktı. Temmuz ayı geldiğinde Nâzım Hikmet, yeniden hapishaneye geri dönmüştü bile… Birkaç ay sonra da Çankırı cezaevine nakledildi ve uzun mahpusluk dönemi başlamış oldu.
BİRİSİ ‘RESMÎ TARİH’ Mİ DEDİ?
Şimdi tekrar Nâzım Hikmet’in mahkûmiyetiyle ilgili olarak daha gençliğimde okuduğum yayınlara geri döneceğim… Orta okulu bitirdiğim yaz hâlâ büyük bir zevkle okuduğumu hatırladığım Vâ-Nû’nun (Vâlâ Nureddin)’in “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” (ikinci basım: 1969) kitabını ele alalım meselâ… Sonra kitaplığımın eski sayılabilecek diğer kitaplarına bakalım sırayla; meselâ, Zekeriya Sertel’in “Mavi Gözlü Dev’ine (1968); Rady Fish’in ‘Nâzım Çilesi’ne (1969); Aydın Aydemir’in “Nâzım”ına (1969?); aynı davadan yargılanıp mahkûm olan (Abdülkadir)’in “1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet”ine (1966); Kerim Korcan’ın “Harbiye Kazanı”na (1989); Kemâl Sülker’in “Nâzım Hikmet Dosyası’na (1967); Mehmet Ali Sevük’ün “Nâzım’ın Özgürlük Savaşı’na (1990); Atilla Çoşkun’un “Nâzım’ın Siyasal Yaşamı ve Davaları”’na (1989)…
Bütün bu kitaplarda söz konusu davalar uzun uzun yer alıyor. Ben de şairin başına gelenleri bu kitapları okuyarak öğrenmiştim zamanında…
Fakat itiraf etmeliyim ki; bu yazıda paylaştığım bilgiyi bu kitapların hiçbirinde bulamadım. Bu yazıyı hazırlarken, emin olamadım ve hafızama güvenerek yanlış bir şey yazmamak için de, hepsine bir daha baktım; hayır, bu bilgi, bu kitapların hiçbirinde yer almıyor. Bugün bildiğimizin o günlerde bilinmemesi ise mümkün değildi. Demek ki, 1960’lı ve sonrasındaki yıllarda şairin yaşamına ilişkin bilgi edinmek isteyen okuyucuların başvurabilecekleri esas kaynaklarda bu bilgiye yer verilmemesi tercih edilmişti. Peki, ama neden? Çünkü, Nâzım Hikmet’i mahkûm eden siyasal iktidar ve süreçle ilgili olarak yazılanlarla bu gelişme birbiriyle örtüşmüyordu da ondan… Neresinin örtüşmediğini de artık bir başka sefere yazarım!