Rusya-NATO arasındaki gerilim çatışma alanının çevresinde kendisini göstermeye başladı.
AB ve NATO'nun genişlemelerinde kesişmeler vardı. Birbirini destekleyen birbirinin önünü açan bir dönem yaşandı. 1999, 2004, 2009 ve son olarak 2017 Karadağ üyeliği, AB'nin güvenliği ve pazar arayışı ile kesişiyordu.
SSCB sonrası Rusya, her ne kadar sarsıntı yaşasa da güvenlik kaygısıyla reaksiyon gösterdi ve hassas alanlarıyla ilgili tepki gösterdi.
NATO'nun Baltık politikası aslında bugün yaşadıklarımızın kritik alarmıydı. Rusya'nın 3 hassas noktası var. Baltık denizindeki kendisiyle kara bağlantısı olmayan Kaliningrad'ın AB genişlemeleriyle kaybedilme korkusu. Baltık denizinde St. Petersburg üzerinden liman ticaretinin tehlikeye girmesi. Son olarak ise Karadeniz'de NATO'nun varlığının artma ihtimali. Üçüncü meselede Karadeniz'in doğusundaki AB genişlemelerinin Gürcistan ve Azerbaycan gibi ülkeleri etkileyecek olması Rusya'nın korkulu rüyasıydı.
Rusya 1990 tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği (AGİT) anlaşmasının Baltık ülkelerini korumakta yeterli olduğunu iddia etmekte. Bu sebeple Rusya Batı'nın Baltık politikasındaki 2004 tarihli değişime karşı Gürcistan ve Ukrayna'ya müdahale gerekçesi üretmiştir.
Rusya, Baltık ülkelerinin 2004'teki üyeliğini Küba'ya füze üssü kurmak olarak algılamıştı. Hatta 1999 genişlemesi Soğuk Barışı 2004 genişlemesi ise Savaşı başlatır kanaati oluşmuştu. ABD'de bu genişlemeler birçok aydın tarafından eleştirilmiş olsa da ABD kongresindeki Doğu Avrupa lobisi ekonomik avantajları önceleyerek bu riskli kararları almışlardır. Aynı zamanda AB'nin ucuz iş gücü ve tüketim pazarı olarak Doğu Avrupa'yı ve Baltık havzasını hedeflemesi ABD ve AB'nin kesişmesinin temel sebebiydi.
Finlandiya ve İsveç'in üyeliği ise elbette bütün üye devletlerin oybirliğiyle gerçekleşebilir. NATO için 1949 üyesi Norveç'in yeterli gelmemesi ve Barents Denizi'nde yaşanan rekabeti de ortaya koyuyor.
Yakın gelecekte rekabetin Arktik Okyanusu'nda yaşanacak olması da bu krizle ilişkili. İklim krizi ve Kuzey Kutbu havzasında yeni ulaşım yollarının gündeme gelmesi boşuna değil.
Türkiye, Finlandiya ve İsveç sürecinde nasıl bir tutum alacak sorusuna cevap ararsak eğer tıpkı diğer aktörler gibi çıkarlarını önceleyerek karar alacak. Her iki ülkenin üyeliği, küresel savaş riski bakımından nasıl bir çözüm olacak ayrı bir tartışma konusu.
Ankara, AB ve NATO üyelerinin PKK/YPG gibi terör örgütlerine desteğini kesmesini ön şart olarak koşuyor. Ancak Biden yönetimiyle doğrudan temasın güçlenmesi buzların erimesi hedefleniyor. F16 ancak ilişkileri tamir edebilirken yeni üyeler Türkiye'nin tezlerini rahatlıkla savunabileceği bir zemine yol açabilir.
Ancak Ankara, ABD yönetimiyle yaşadığı sorunlarını çözse bile Ukrayna krizinin sonlanması için kimsenin gayret göstermediğini gayet iyi görüyor. Savaşın uzamasının Avrupa'ya ve bölgeye çıkaracağı ağır fatura ise şimdiden tahminlerin ötesinde.