Halkın iradesine kastedenler için hesap zamanı” başlığını atmış ve birkaç gün önce TBMM’ye “bildiklerini anlatmaya gidenlerin” bir bölümü için hesap verme zamanı olduğunun altını çizmiştim... Hala o dönemde Türkiye üstünde oyunlar oynayarak ülkeye ve en önemlisi halka zarar verenlerin YARGI önünde hesap verecekleri umudunu taşıyorum... Bu umuda sahip olmama rağmen konuşanların rahatlığı ve “yaptık ne olacak” havası içinde anlattıklarının “ne kadar vahim” olduğunu kamuoyunun algılayamaması, beni düşündürmeye başladı... Soru soranların “medya manipülasyonu-finansal sonuçları” üzerinde uzman olmaması da ayrı ve düşündüren bir detay.
Sevgili dostlar, bu ülkenin yolu “dokunulmaz olanlara” DOKUNULMASIYLA ve kendini bu dokunulmazlık sonucu “ülkenin sahibi ilan edenlerin” dönme dolaplarının kırılmasıyla açıldı. Bu bağlamda birçok soruşturma yapıldı ve detaylı sebep-sonuç ilişkileri ortaya çıkarılırken asker ağırlıklı olmak üzere birçok isim hakkında da “yargı” süreci başladı... Şimdi işin en kritik ve en hassas noktasına gelinmekle birlikte “asker ağırlıklı” olan kararlılığın sivile gelince dağılması ve “yaptık ne olacak” algılamasının öne çıkması sürece gölge düşürmeye başlarken, “askeri idare edenler kim” sorusunun cevapsız kalması riski de ortaya çıktı... Bu ülkede “darbe görüntüsü” veren bütün teşebbüslerde ve gerçekleşen darbelerde “asker” görünen “faaliyet sahibi” olsa bile işin “planlamasını” yapanlar sivildi...
Bu “yerleşik siviller” siyasi-finansal planları ve çıkarları doğrultusunda, kullandıkları medya ve gazeteciler üzerinden gerekli kamuoyu ortamını oluşturdular ve makro planlarını icra ettiler. Daha açık yazayım; 1946, 1960, 1980, 1994, 1997-1998, 2001 ve daha nice “HÜKÜMETLERİ İKTİDARSIZ BIRAKMA” veya halkın seçtiklerini tam olarak devirme operasyonları ve teşebbüslerinde “ana doku” ve “ana kazananlar” hiç değişmedi... Asker işin ucundaki “oltaydı” belki ama o oltayı tutan, saran, bırakan ve tuttuğu balıklar ile ceplerini dolduranlar SİVİL unsurlardı!
Sonuç: Askerler içinde “planlamaya” katılanlar “ana kurula” dahil olanlar mutlaka vardı ama “yapının geri kalanı” ve özellikle “medya-banka-siyaset” üçgeninde ülkeyi kendi değirmenlerinde öğütenlerin tamamı “sivil kanat mensuplarıydı”! Şimdi onlar için hesap zamanı ve bu hesap birkaç milletvekili önünde “yaptım oldu, kusura bakmayın” demekle verilecek kadar küçük değil! Uzun lafın kısası; YARGI devreye girmek için ne bekliyor!!
Başkanlık ‘zamanın ruhu’ gereği!
Bazı gelişmeler vardır, gelir kapıya dayanır ve zamanın ruhu sonuna kadar dayatır. Türkiye için Başkanlık Sistemi de böyle bir gerçektir...
Sevgili dostlar, kurulan sistem 100. Yılına girerken yıpranmış ve yeniden düzenlemeye muhtaç bir halde. Aslında 100 yıl giden bir sistem için “düzenleme” zorunluluğu ve özellikle altındaki yapı artık sistemden daha dinamikse, kaçınılmaz bir son. Türkiye’de bu adımı atmak ve değişen şartlar ve gelişen Türkiye’ye göre sistemi revize ederek bir üst kademeye taşımak zorunda.
Sonuç: Bu toprakların özünde Başkanlık-Liderlik var. Bu halk liderini” BAŞKANI’nı” seviyor ve arkasına düştüğü zaman çok kısa sürede büyük sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Burada önemli ayrıntı; güçlü lideri kimler istemiyor sorusunda gizli! Kimler olabilir? Bir cümle gerisi sonra; bu ülkeyi her anlamda sömürmeye alışanların istemediği yegane gerçek; halkın güçlü bir Başkan’ı olduğu bir TÜRKİYE!
‘24 Üniversitelerde’ başladı
Üniversiteler bünyesinde gerçekleştireceğimiz konferanslar serisini ilk adımını dün attık ve “faiz lobisi” başlığı altında Fatih Üniversitesi öğrencileri ile buluştuk. Öğrencilerin konuya ilgisi ve sorulan sorularda ortaya koydukları beni ülkem adına heyecanlandırdı ve umutlandırdı. Bu güzel ortamı sağlayanlara teşekkür ediyor ve ‘24 üniversitelerde’ kapsamında gitmediğimiz üniversite kalmayacak diyerek bitiriyorum...