Görme eyleminin nörolojik bileşenleri henüz net olarak anlaşılamayan ve nörobilimin en ilginç konularının başındadır. Görme sadece gözlerimizi ilgilendiren bir olay değildir. Görme eyleminde beynin otuza yakın alanı rol alır. Okullardaki biyoloji dersinde anlatılan; gördüğümüz nesnenin retinamızda ters bir görüntüsü oluşur, sonra beyin bunu düzeltir ve böylelikle görürüz kadar basit değildir. Temelde görme ile ilgili iki mekanizma işler. Bunlardan ilki tehlike anında hızlıca harekete geçmemizi sağlayan, görsel bilginin detaylı işlenmediği ilkel yoldur. Gözlerimizden gelen bilgi optik sinir adı verilen görme siniri vasıtasıyla üst merkezlere gitmeden beyin sapına iner. Örneğin size doğru bir taş fırlatılıyorsa vakit kaybetmeden başımızı ve gövdemizi o yöne çevirip, taşın geldiği yönü algılayıp kaçma davranışı geliştirmemize yarar. Diğer mekanizma ise daha detaylı olandır. Gözden gelen bilgi görme siniri vasıtasıyla talamus adı verilen istasyona uğrar, oradan iki farklı alana dağılır. Birincisi gördüğümüz nesnenin ne olduğuna karar verdiğimiz temporal alan (ne patikası), diğeri de gördüğümüz nesnenin mekan içerisindeki konumunu, seyrini anlayabildiğimiz parietal alan(nasıl patikası). Böylece kabaca görme işlevi tamamlanmış olur. Size birkaç soru yönelteceğim. Kafamızı sağa/sola çevirdiğimizde görüntü devamlı değişir. Peki neden görüntüleri fotoğraf karesi gibi görmeyiz de kesintisiz bir bütün halinde görürüz? Gördüğümüz nesneleri sadece görme yollarımızla mı tanırız, anıların bunda hiç rolü yok mudur? İşte bu ve bunun gibi birçok soru, beyinde sadece birkaç görme alanı değil, birçok alanın bu işin içinde olduğunu anlamamızı sağlamak için yeterli.
BEYNİMİZ BOŞLUKLARI SEVMEZ
Sizlere konuyu daha iyi anlamanız için çok sevdiğim ünlü bir Nörolog olan Dr. Ramachandran’ın ‘Beyindeki Hayaletler’ kitabından kendi anlatımıyla dramatik bir hasta örneği vereceğim; ‘’Nörolojideki en meşhur örneklerden biri, ‘hareket körlüğü’nden yakınan İsviçreli bir kadın hastadır. Hastanın beyninde orta temporal alan olarak adlandırılan bölge çift taraflı hasarlanmıştı. Çoğu bakımdan görmesi normaldi. Nesnelerin şekillerini tanımlayabiliyor, insanları tanıyabiliyor ve kitap okuyabiliyordu. Fakat hareket eden bir arabaya, ya da koşan bir insana bakarsa, düzgün ve süreğen bir hareket yerine, ardışık olarak fotoğraf karelerine benzeyen görüntüler görüyordu. Caddede karşıdan karşıya geçmeye korkuyordu. Karşıdan gelen bir aracın şeklini, rengini hatta plakasını bile görebildiği halde hızını kestiremiyordu. Biriyle karşılıklı konuştuğunda onun mimik ve jestlerini göremiyordu. Bir fincan kahve bile koyamıyordu. Çünkü kahve taşıp dökülebiliyordu, bardağı ne kadar doldurabildiğini anlayamıyordu. Bunların nedeni ise tamamen orta temporal alandaki zedelenmeydi. Çünkü bu alan hareketin görülebilmesi ile ilgiliydi.’’
Daha önceki yazılarımdan birisinde beynimizin boşlukları hiç sevmediğinden bahsetmiştim. Hafızamızdaki her boşluğu kendisinin doldurduğundan bu anlamda adeta bir senarist gibi çalıştığını söylemiştim. Bu sebeple aynı olayı aynı anda gören birkaç kişi yıllar sonra bir araya geldiğinde bu olayı farklı şekillerde anlatabilirler. Hepsi de doğru söylediğini sanır. Halbuki aradaki küçük farklar beynimizin yazdığı ufak hikâyelerdir. Aynı şey kısmen görme fonksiyonumuz için de geçerlidir. Her iki gözümüzle de tek tek baktığımızda göremediği birer küçük kör nokta vardır. Ancak iki göz aynı anda gördüğünden her ikisinin kör noktası birbiri üzerine çakışmaz ve tüm baktıklarımızı görebiliriz. Bunun bilimsel detaylarını bu yazıda anlatmayacağım. Anlatmak istediği şu; eğer bir gözümüzü kaparsak diğer gözümüzün kör noktasına denk gelen alanı beynimiz doldurur ve biz yine bir bütün olarak görürüz. Beynimiz kocaman bir ‘hikâye anlatıcı’ gibi çalışıyor sanki değil mi?
GÖRME BOZUKLUKLARININ RENKLİ DÜNYALARA AÇILAN KAPISI; CHARLES-BONNET SENDROMU
Charles-Bonnet Sendromu görme bozukluğu gelişen yaşlıların yüzde 10-15’i kadarında görülen oldukça ilginç bir rahatsızlıktır. Beynimizin boşluk kabul etmediğinin, boşlukları kendi hikâyeleri ile doldurduğunun adeta ispatıdır. Katarak operasyonu, makula dejenerasyonu, diyabete bağlı göz tutulumu veya beyindeki görme alanlarından birisinin hasarı bu sendroma neden olabilir. Bu hastalar ilginç ve canlı hayaller görürler. Gündüz vakti uyanıkken çizgi film karakterleri, çeşitli hayvanlar, olmayan nesneler görebilirler. Bu hastaların çoğu psikiyatrik rahatsızlık geçiriyor sanılıp doktora götürülürler. Bu nedenle birçok hasta ‘akıl hastası’ damgası vurulmaması için gördükleri hayalleri saklarlar. Çünkü zaten bunların hayal olduğunu bilirler, gerçek sanmazlar. Başkalarına söylemenin onları kötü duruma düşüreceğine inanırlar. Bu sendromun hayal gücüne katkısı ve yaratıcılığı artırdığına dair en güzel kanıtı James Thurber’dir. Amerikan yazar ve karikatürist James Thurber’in yazdığı ve filmi yapılan ‘Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’nda aslında esinlendiği karakter kendisidir. James Thurber de Charles-Bonnet Sendromu’ndan muzdaripti.