Evet, kaldığımız yerden devâm edelim! Türk Toplumu’na en uygun yönetim tarzı başkanlık sistemidir.
Bu durum milletimizin târihsel gelenek ve göreneklerine en uygun ve en kolay intibak sağlayabileceği örgütlenme biçimi olduğu için böyledir.
Türk Târihi’ni inceleyenler görürler ki bu millet güçlü önderlerin işbaşında bulundukları sürelerde dâimâ iyi bir performans göstermişdir.
Burada problem “başkan”ı doğru seçme husûsudur ki çoğulcu demokratik yollardan direkt halkoylamasıyla seçilip belirli bir süre için iktidârı “emânet” alacak devlet başkanı seçmek en iyi yoldur.
Beşeriyet şu âna kadar bundan daha iyi bir yöntem keşfetmiş değil.
Başkanlık süresinin ilânihâye uzayamaması şartı da bence önemlidir. Bir kereliğine yedi yıl; iki kere beşer yıl vs. gibi bir nihâî sınır, bu sistemin bir ömür boyu hükümdarlık benzeri modele dönüşmemesi için elzemdir. Ancak buna paralel olarak bu sınırı doldurarak çekilen başkana, bir devre aradan sonra tekrar aday olabilme imkânı da tanınmalıdır ki çok başarılı olduğu kabûl edilenler, eğer yaşları da elverişliyse ve isterlerse, ileride yeniden aktif politikaya dönme şansını ebediyen kaybetmesinler.
Hükûmeti kurma ve gerek gördüğünde kısmen yâhut tamâmen yenileme yetkisi başkanın olmalıdır.
Ancak bakanlar kurulu normal çalışmalarında başkana değil parlamentoya karşı sorumlu olmalıdır ki başkan aşırı bir güç kazanmasın. Yâni başkanın bakanlar kurulunu yenileme yâhut kısmen değiştirme yetkisine belirli birtakım frenler konulmalıdır.
Meclisin teşekkülü ise yine direkt seçim yöntemiyle ve beşer yıllık yasama dönemleri için düşünülmelidir.
500 küsur milletvekîli, Türkiye gibi nüfûsu henüz 80 milyonu bile aşmamış nisbeten “küçük” bir ülke için fazladır. Kanaatimce 300 milletvekîlinden oluşan bir TBMM, yâhut adı ne olacakso o kurum, bu çapda bir ülke için yeterlidir.
Nüfusdaki muhtemel her beş veyâ daha uygun bulunursa on milyon artış için buna yine önceden saptanmış belirli sayıda milletvekîli (meselâ beşer yâhut onar gibi) eklenmesi de bence iyi bir yol olabilir.
Milletvekilliği için bir yasama dönemi kısıtlaması yapmak kanaatimce gereksizdir. Ama ille yapılması isteniyorsa bunun üç dönemden, yâni 15 yıldan az olmaması da yerinde olur, çünki ülkenin tecrübeli politikacılardan vazgeçebilmesi imkânsızdır.
Seçmen olabilmek için asgarî yaş haddi 16’ya indirilmelidir, zîrâ bebeklerin annelerinin karnından neredeyse birer bilgisayarla dünyâya geldikleri bir çağda onları mâkûl olan en erken yaşda sorum alanına dâhil etmek Türkiye’nin menfaatinedir.
Bu, aynı zamanda netîceten politikacıların da menfaatinedir, çünki, kendilerine biraz zor gelse dahî, kararlar verirken gençleri sâdece “lafzen” değil “cidden” dikkate almak mecbûriyetinde kalmak, onları ister istemez daha da basîretli davranmaya sevkedecekdir.
Demokrasilerde ferdlerin ve grupların ağırlığı ancak karşılık geldikleri oy mikdârıyla ölçülür!
Bunun dışındaki iddialar palavradır!
Bu bağlamda seçilme yaşının da 18’e düşürülmesi mantık gereğidir, çünki o yaşa girdiği an kendisinden gerekirse vatanı için ölmesi istenen bir şahsın, gerekirse neden öleceği konusunda da aktif söz sâhibi olmasından daha “adâletli” birşey az bulunur.
Zâten bu adımın daha ziyâde sembolik bir değeri ve anlamı olacakdır, zîrâ aslında ne 18 yaşında bir genç tutup kestirme yoldan parlamentoya girmeyi aklına getirir ne de, getiren olsa bile, kendisine oy verecek aklıbaşında bir kitle bulabilir.
Fakat sembollerin hayâtımızdaki yeri ve ağırlığı büyükdür.
Geriye gâlibâ biraz da eğitim sistemimizle ilgili iki satır lakırdı etmek kalıyor ama yerimiz yine tükendi.
İsterseniz onu da başka bir yazının konusu yapalım.
ARSLAN TEKİN’E NOT:
Değerli meslekdaşım dün Yeniçağ’daki sütununda “İki çıplak bir hamama yakışır.” klişesinin “atasözü” mü yoksa “deyim” mi olduğu konusunda tereddüd etdiğini ve sonunda “deyim” olduğu kanaatine vardığını yazmış.
Doğru değil, ATASÖZÜ’dür, çünki içinde bir HÜKÜM var. YAKIŞIR!!!
Selamlar...
Y.A.