İstanbul Müftüsü M. Emin Maşalı, kendisini geçen hafta ziyarete gelen İmamoğlu’na bir Kur’an-ı Kerîm hediye etmişti..
Bu hediye takdiminde zâhiren iki taraf açısından da bir terslik yok.. Birisi İstanbul Müftüsü, öteki de ‘İmamoğlu..’
Ancak, daha sonrası günlerde ortaya saçılan söz ve haberler konunun kenarından teğet geçmeye imkân vermiyor.
Birisinin gerçekten de müftü olduğu açık da.. Ötekinin ne kadar bir ‘İmam oğlu’ olduğuna gelince.. İmamoğlu, ‘dedesinin ve babasının da camie gittiğini hiç görmediğini söylüyor, gazeteci C. Özdemir’in kendisiyle yaptığı son video-röportajda..
O konuya biraz sonra dönelim..
***Önce, Müftü Efendi’nin, ziyaretçisine Kur’an-ı Kerîm hediye etmesinin şahsıyla da, sıfatıyla da aykırı düşen bir tarafının olmadığını tekrarlıyalım. Üstelik, muhatab da, ‘İmamoğlu’ ya..
Ama, İmamoğlu’nun da mütekabilen, Müftü Efendi’ye ‘Nutuk’ isimli bir kitab vermesi, üzerinde durulmayı gerektirmez mi?
Herhalde Müftülük makamını ziyarete giderken, kendisini ‘Nutuk’un müellifinin temsilcisi olarak görüyor. Mes’ele de buradan başlıyor. Yakın tarihten, en az 100 yıllık bir hikâye bu..
***‘Nutuk’ isimli kitab, bilindiği üzere, Mustafa Kemâl’in Ekim-1927’de, Cumhuriyet Halk Fırkası/ Partisi Kurultayı’nda, ‘1919 yılının 19 Mayısı’nda Samsun’a çıktım..’ diye başlayan ve 6 gün boyunca okuduğu ve amma sadece kendi mücadele hayatını anlatmadığı, kurduğu rejimin tarihine başlangıç gösterdiği günü de işaret ettiği ve ileride neler yapabileceklerine dair anlattıklarının toplandığı kitaptır.
***‘Nutuk’ isimli kitap için, objektif bir değerlendirme yapılamaz henüz.. Çünkü, onun hür olarak tartışılıp değerlendirilmesi hâlâ da mümkün değildir.. Elbette, bu konuda istisnalar vardır. ‘Taife-i Laicus’, bu konuda nisbeten daha rahattırlar.
Müteveffâ şair Can Yücel, İzmir’de bir heykelin kaidesine idrarını yapan köpeği alkışlayan bir şiir yazmıştı da, meşhur bir ‘koruma kanununa aykırılık’ suçlamasıyla kendisine dâva açıldığında, mahkemede, ‘Bu koruma kanunu bizim için değil, gericiler için..’ demiş ve beraet etmişti.
***
Aynı şekilde, ‘Tek Adam’ diye bir kitab yazmış bulunan Şevket Süreyya Aydemir de, vefatından 6 ay kadar öncelerde 1975’de, Milliyet’te ‘Kahraman putlaştırıldığı zaman ölür..’ başlığıyla yazdığı bir makalede, ‘Biz Mustafa Kemâl’i putlaştırdık, çünkü putlaştırmaya mecburduk ve ama, onu bu şekilde öldürmüş de olduk.. (…) NUTUK bir tarih belge değil, siyasî bir belgedir ve yanlışları ve hattâ yalanları da vardır..’ gibi ilginç cümleler yazmıştı. Aynı cümleleri kemalist-laik cenahtan olmayan birileri yazsaydı, başına neler gelmezdi ki?
***Mustafa Kemâl’i korumak adı altında, onu ismi, resmi, büst ve heykellerinde temsil ettirdiklerini düşünenler, ortaya koydukları ‘ikonik’ anlayışları korumak ve geliştirmek adına, neler yapmadılar ki.. Hattâ, 1944’lerde TDK’nun yayınladığı sözlüklerde, ’kemalizm türk’ün dinidir..’ mantığını sürdürdüklerini sergilemek için, Kur’an için kullanılan ‘hatim indirme’ deyimini nazire olsun kabilinden, bir ’Nutuk indirme’ seansları bile düzenlemediler mi?
***Sultan Fatih’in muasırı olan İtalyan ressam Gentille Bellini tarafından yapıldığı ve Fatih’e aid olduğu sanılan bir yağlıboya resim tablosuna, İstanbul Belediyesi’nin bütçesinden 9 milyon lira verenler, illâ da bir mukabelede bulunmak gerekiyorsa; Müftü Efendi’ye meselâ kendi kültürümüzden çizgiler yansıtan güzel bir tablo veremezler miydi?
Geçenlerde bir tartışma proğramında, adının önüne ‘Dr.’ titrini de yazdıran ve sosyolog olduğu anlaşılan eski bir tv. proğramcısı, iç ve dış siyasette karşılaşılan bütün problemlere çözüm bâbında ikide bir, Nutuk’tan cümleler okumakla yetinmeyip; muhatabına, ‘Bakınız ben Nutuk’tan cümleler okuyorum. Âyet ve Hadisler de okuyabilirim. N’olur, bir de siz Nutuk’tan birkaç cümle okusanız olmaz mı?’ demez mi!.
Ne ile ne karşılaştırılıyordu?
Denksizlik (yine de densizlik anlaşılmasın) bu derecede iken.. Kendisine Kur’an hediye eden Müftü’ye ‘Nutuk ‘hediye’ ederek mukabelede bulunan kişi de, âdetâ, ‘Bizim de böyle bir kitabımız var..’ der gibi değil miydi?
***…Derken, gazeteci Cüneyd Özdemir’in bir video-röportajı tedavüle konuldu, son günlerde..
Özdemir, ‘İmamoğlu Cuma namazlarına gitmiyor diye bir eleştiri var. Seçim döneminde İmamoğlu'nu Yâsin okurken görüyorduk. Cuma namazlarını kaçırmadığını görüyorduk. Böyle bir polemik doğduğu için soruyorum. Gitmiyor musunuz? Daha önce gidiyordunuz da daha görünürdü, şimdi görünmez mi oldu?’ diye soruyordu.
Cevap müthiş: ‘Seçim döneminde birkaç enstantane ortaya kondu. Her yerde gösterildi. (…)Benim rahmetli dedemin de camiye gittiğini kimse bilmezdi. Babamın da gittiğini ben bilmiyorum, görmüyorum. Bu iş öyle yapılır. Yaparım ben ibadetimi giderim evime. O Allah'la benim aramda. (…) İnanan ile inanmayan arasında bence hiçbir fark yok. Bana inancım da bunu emrediyor.’
Bu son iki cümleyi resmî vazifesi esnâsında ayırım yapmamak gibi söylüyor denilse bile, önceki cümleleri farklı biz çizgide değil.. Ki, kimse ondan farklı inançlara farklı davranmasını da istemez.. Onun bu cümleyi önceki sözlerini tamamlamak için de kullandığı anlaşılıyor.
Evet, sadece kendisini değil, babasını, hattâ dedesini de camie gitmeyen birileri olarak tuhaf bir ‘İmamoğlu’ ailesinden olduğunu anlatan bir kişiden söz ediyoruz.. Kendisi de hep evde ibadet edermiş.. Câmi avlularında bile, ‘Bakın, Kur’an da okuyor, câmide namaz da kılıyor, üstelik bizim uşakdur daaa..’ diyen hemşehrilarum, nasisunuz?
Bu söz, temelde, hattâ başka dinlerdeki milyarlarca insanların ibadetlerini mâbedlerde yapmalarına zımnen bir karşıtlık düşüncesini yansıtmıyor mu?
***Ama, herkes bilsin ki, biz Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği dine, İslâm’a inananlarla inanmayanlar arasında bir farkı hep gözeteceğiz ve mâbedlerimizde, mescidlerimizde- câmilerimizde, dinimizin bize farz kıldığı ibadetleri gizlice değil, alenen yapacağız; başkalarının neye ve nasıl inandıklarına karışmadan ve bakmadan..
***