24 saat durmaksızın içimden “Öf, öf, öf” diyesim geliyor...
Dün yazımın bir yerine zihnime kazınmış özlü bir sözü ekledikten sonra birden irkildim. Duruma ışık tutacak denli güçlü özlü sözü son 30 yıl içerisinde iki kez daha yazılarımda kullandığım gerçeğiydi beni irkilten...
‘Turgut Özal’ ismi anıldığında sizin belleğinizde ne düşünceler oluşuyor bilemem elbette, ama kendi belleğimde hemen beliriveren görüntü çok berrak: Vefatından kısa süre önce, Büyük Ankara Oteli’nde, İş Dünyası Vakfı tarafından düzenlenmiş bir paneli yöneten Cumhurbaşkanı Özal’ın, hemen karşısındaki masada oturan beni, eliyle işaret ederek yanına çağırışı...
Panel ‘İslâm ve lâiklik’ konusundaydı. Konuşmacılardan iki ilahiyatçı hocayı gayet iyi hatırlıyorum: Prof. Mustafa Said Yazıcıoğlu ile Prof. Ruhi Fığlalı...
Yazıcıoğlu Hocaşu yakınlarda anılarını ‘Ne Yanyana Ne Karşı Karşıya’ başlığını taşıyan bir kitapta topladı (Alfa Yayınları). İlahiyat hocalığından Diyanet başkanlığına, siyasete atıldıktan sonra da Diyanet’ten sorumlu bakanlığa uzanan hayli zengin bir meslek hayatı var hocanın... 500 sayfaya yaklaşan kitap içerisinde Özal’ın riyaset ettiği toplantıyla ilgili bir not bulamadım...
Anılarda o panelin yer almaması bendeki bellek yanılgısından mı, benim için hayati önemde bir olayı Hoca’nın önemsememesinden mi, bilemem... Yazıcıoğlu ile Fığlalı hocaları sanki dünmüş gibi o panel kürsüsünde hatırlıyorum...
Özal beni görünce eliyle ‘yanıma gel’ işareti yaptı ve “Hani, seni arayıp ‘yanlış şeyler yazıyorsun’ demiştim ya, sen haklı çıktın...” dedi...
Cumhurbaşkanı olup yerine Yıldırım Akbulut’u atadıktan sonra, Turgut Bey, hükümetin ve ANAP’ın günlük işlerinden elini çekmemişti. 1. Körfez Savaşı sırasında Yıldırım Bey’in savaşa direnişini kıramamıştı ama... Savaş olmadı, ardından Yıldırım Akbulut’u partinin ve hükümetin başından götürecek yeni bir savaş başladı...
Savaşta Mesut Yılmaz parti liderliğine ve başbakanlığa yükselmek için Özal Ailesi’nin bireylerini kullanıyordu. Özellikle de Semra Özal’ı... ‘First Lady’ lâkaplı Semra Hanım ANAP İstanbul il başkanlığına aday gösterildi. Ailenin gençlerini de yanına alarak basın toplantıları düzenlemeye bile başlamıştı Semra Özal...
Turgut Bey’in en yakın siyaset arkadaşları Mehmet Keçeciler, Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu yanında ‘koca kafa’ lâkaplı yeğeni Hüsnü Doğan da bu gelişmeye karşı çıktı... Cumhurbaşkanının kendilerini destekleyeceği umuduyla... Tam tersi oldu; Turgut Bey eşinin ve dolayısıyla Mesut Yılmaz’ın yanında yer aldı... Yeğen Hüsnü Bey oturduğu milli savunma bakanlığı koltuğundan dayısı tarafından ‘azil’ yoluyla indirildi. (Şubat 1991)
O denli...
Mesut Bey’in siyasi zekâsına şapka çıkardığım bir Kulis’te, sürecin başarılı olması durumunda Turgut Özal dönemini bitirecek gelişmeler yaşanacağını yazdım. Parti içinde başgösteren kardeş kavgası, aile-içi çekişme, Turgut Özal’ın sonunu getirecek, Çankaya’dan inmek zorunda kalmasına yol açabilecekti.
Yazının çıktığı gün Meclis’teydim... Cep telefonu henüz kullanıma girmeyen günlerdi. Biri gelip Çankaya’dan arandığımı söyledi. Koridordaki telefonların birinden Çankaya santraline ulaştım. Görevli “Cumhurbaşkanımız sizi arıyordu” deyip bağlantıyı kurdu.
Turgut Bey’in ağzından çıkan ilk cümle hâlâ zihnime çakılıdır: “Yine komplolar yazmışsın...”
İçinde bugünlerde hatırladığım özlü sözün de bulunduğu yazımı hiç beğenmemişti. Beğenmemişti ne demek, çok ağır bulmuştu... Benim ‘aile-içi çekişme’ ve ‘kardeş kavgası’ dediğim gelişmeyi, Turgut Bey, siyasette nahif olanlara karşı realistlerin bir müdahalesi olarak görüyordu.
Demek ki, Mesut Yılmaz Çankaya’da oturan kendisini indirmek isteyen yeni başbakan Süleyman Demirel’e destek çıkmaya başlayınca, Turgut Bey o eski yazımı ve benimle arasında geçen konuşmayı hatırlamış...
Aradan iki yıldan fazla zaman geçmişti.
Beni irkilten o özlü sözü üçüncü kez kullanmadım.