Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili bir değerlendirmemde, “Bölgede alt alta üst üste bir boğuşma yaşanıyor. Bu boğuşma sürecinde bir tabanca sesi duyulduğunda kimin düşüp kalacağı ilk başta belli olmayabilir. Yine kovboyların düellosunda iki silah ateşlenir, kimin vurulduğunu ilk anda anlamayabiliriz. Sonra birisi yere yığılır.” diye yazmıştım.
Bu duyguyu sık sık yaşıyorum.
Rahmetli Özal Irak’a girme söz konusu olduğunda “Bir koyup üç alalım” gibi bir söz söylediğinde de “Salto atmak” diye bir yazı yazmıştım. “Bu greko romen oyunu için yeterli gücü kullanamazsanız, kendi oyununuza gelme riski her zaman vardır” demiştim.
Bu kaygı da hep içimde duruyor.
“100 yıllık parantezi kapatmak” dediğimizde de ben hep gücümüze baktım. Arap Baharı ile birlikte heyecanlanıldığında da “Acaba bu, İslam dünyasında dönüşümü gerçekleştirebilecek bir hamle mi?” sorusu oluştu içimde. “Sykes - Picot yerine Kut’ül Amare” söylemi de hiç kuşkusuz “muharebeyi değil savaşı kazanma” gibi sürdürülebilir bir gücü gerektiriyordu.
İşte şimdi Sykes-Picot’nun yıl dönümünde, bizimle birlikte ama bizden farklı projelerin seslendirildiğine tanık oluyoruz. “Sykes-Picot yanlış bölünme gerçekleştirdi, biz yeni bir bölünme yapalım” diyenler var.
1 Mayıs 2016 tarihli “Ortadoğu’nun “Normal”ini bulabilmek” başlıklı yazımda ABD Başkan yardımcısı Biden’ın Bağdat’ta yaptığı bir konuşmanın değerlendirmesi vardı. Şöyle diyordu ABD’nin iki numaralı ismi o gün askerlerine hitaben:
“Bugün barışı sağlamaya çalıştığımız tüm yerleri düşünün. Sizi gönderdiğimiz tüm yerleri. Bunlar tarihte suni sınırlar çizdiğimiz, birbirinden tamamen ayrı etnik, dini, kültürel gruplardan suni devletler yarattığımız, ‘Bunu alın. Birlikte yaşayın” dediğimiz yerler.”
Ne diyor bay Başkan Yardımcısı?
“Buralarda sun’i sınırlar çizmişiz.
“Ayrı etnik, dini, kültürel grupları aynı devletin içine yerleştirmişiz.
-Oysa bunlar sun’i - yapay devletler.”
Ne anlaşılıyor bundan?
“Dini, kültürel, etnik farklılıklara göre yeni bir yapılanma üzerinde düşünmeliyiz!”
İşte burada, Nev York Times’ın yayınladığı harita ayrı bir anlam taşıyor.
Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’nun “milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı” diye tanımlanan prensibinden yola çıkarak hazırlanmış harita.
Haritada, Osmanlı toprakları Consmtantinopolitan State, Smyrna, Kürdistan, Ernmenistan, Mezopotamya, Suriye ve Türkiye olarak parçalanıyor. Smyrna (İzmir) yarı otonom bir bölge, İstanbul’un da içinde yar aldığı Marmara bölgesi “Uluslararası bir Devlet” hüviyetine büründürülüyor.
Şu duruma baktığımızda bizim Sykes - Picot’ya yönelik değişim talebimizle Amerika’nın talebi arasında derin farklar bulunduğu görülüyor.
Biz, anlaşıldığı kadarıyla Sykes-Picot’nun “İslam dünyasının İngiliz - Fransız nüfuz bölgelerine göre sun’i olarak parçalanması”na itiraz ediyoruz ve “Yeni bir İslam dünyası inşası”nı gerçekleştirmeye çalışıyoruz, Amerika’da bazı odaklar ise “Etnik, dini, kültürel farklılıklara göre yeni devletleşmeleri” projelendiriyor.
Tam böyle bir ortamda mesela Mesut Barzani “Sykes-Picot Antlaşması yerel halka sorulmadan ve doğal demografi göz önünde bulundurulmadan bölgenin bölünmesine yol açtı. Yüz yıllık bir yanlış ve felaketin tekrar edilmesi üzerinde ısrarcı olmak kabul edilemez.” diyor.
Ne dersiniz, Barzani’nin sözleriyle Biden’ın sözleri arasında bir ilişki var mı?
Acaba Biden’ın sözleri, mesela ABD’nin PYD’yi “Türkiye’ye rağmen” desteklemeye devam etmesi ile de ilgili
midir?
Türkiye’ye yönelik tehditleri bertaraf etme gücümüz...
İslam dünyasında 100 yıllık parantezi kapatma gücümüz...
“Salto atabilecek miyiz?” sorusu karamsar bir soru mudur?
“Silah patladığında yere düşen biz olmayalım” temennisi boşuna bir kaygının ürünü müdür?
Ne dersiniz, Demirtaş’ın Washington, Brüksel, Moskova ziyaretleri ile, çözüm sürecinin akamete uğraması, “Türkiyelileşme”nin rafa kaldırılması ve özyönetim çılgınlığına soyunulması küresel odaklara yönelik bir tür “Bizi de unutmayın” mesajı mıdır?
Bunlar korkulu rüya görmektense uyanık durmak evladır babında yazılması gerekenlerdir.